Sanıyorum ki “Derinlik “ kaybetmek ya da kazanmak gibi olgulara sığdıralamıyor, hatta kaybetmiş olmak zaman zaman daha da anlam buluyor;
Farklı bir sevinç sanki kaybetmiş olmak; kazananı olmayan bir yarışın içerisinde kaybetmiş olmayı seçerek zamanın derin dalgalarına karşı dalgakıranlarını daha da sağlamlaştırmak belki de, çünkü kazanmış olmak belki de bir kaybediş aslında...
Hüznün ve acıların gölgesinde kahkahalar atarken, birden bire sararan yapraklara takılmak gibi bir şey...
Bir kaç ay önce yem yeşil olan yaprakları anımsamak...
Bir gün sararacak, kuruyup gidecek yerlere düşecek ve sonrasında da dağılacak olan yapraklara bakmak...
O yüzdendir, bir sonraki mevsim yine yeşile dönecek olan yaprakların sevinci...
Döngünün tamamlanması için birilerinin gitmesi ve birilerinin gelmesi gerekir...
Üst bir akıl geliştirip bu döngüyü anlamak çok mümkün değil gibi...
Aklın ve ruhun anladıkları çok farklı sanki..
Aklın bildiklerini ruh bilmiyor, ruhun bildiklerini akıl anlamıyor...
Milyarlarca yıllık bir evrenin içerisinde hala akıp giderken zaman, neyin doğru olup olmadığını kestirmek zor zanaat...
Hani bazen eski bir şarkı gelir kulağımıza,o şarkının içerisinde bir ruh vardır aslında, bizi şarkının içerisine çeken onu besteleyen ruhun gizli dilidir.
Hani vardırya hiç ölmeyen şarkılar, aradan yıllar geçer her dinlediğinizde sıkılmazsınız, ancak bazen bir şarkıdan bir ay sonra sıkılır dinlemek istemezsiniz...Çünkü giymek istemediğiniz eski bir kıyafet gibi metalaşmıştır şarkı...
İşte tam da budur ruhun ölümsüzlüğü...
Onu besteleyen kişi kalbini, acısını, hüznünü öyle kalpten koymuştur ki şarkının içerisine, besteleyen sararan bir yaprak gibi kaybolsa da bir gün; Ruhu o eserin içerisinde yüzyıllar boyu yaşar...
Her dinlediğiniz de oradan fışkıran ve sizin ruhunuzla birleşen aynı ruhtur aslında...
Ruhla bedenin birbirine özlemi aklın mantığına ters geldiği zaman üretim zorlaşıyor belki de...
Bilemiyorum...
Doğanın sesini duyamaz olmak insanı işin içinden çıkılmaz bir çelişkiye bırakıyor...
Çelişkiler de derinliğin içerisinde belki de üretimi getiriyor...
Bir atın koşarken ki güzelliğini görmek, naş seslerinin o müthiş kumpanyasını dinlemek, bir balığın suyun içerisindeki parıltısı, bir martının göklerdeki dansı, boşluktaki bulutlar, gün doğumunun ve gün batımının eş kızıllığı...
Hepsi bir eser, hepsi bir şarkı mı aslında...
Bilemiyorum...