Milli duygu tarifi aslında çok basit. En derinde en duygusal ve en hassas hislerimizdir. Bize bu duyguları yaşatan ya da bu duyguları uyaran her şey milli kelimesi altında listelenebilir.
Daha çok insanoğluna ait olan ve yaratılışla birlikte var olan bir duygudan bahsediyoruz. İnsanda daha yoğun olan bu duyguyu başka canlı türlerinde de görebilmekteyiz.
Üremeyle başlar. Yavrusuna sahip çıkma ya da daha çok annesine bağlı olmakla ortaya çıkan bir bağlılık ve de bir tür bağımlılık içeren bir duygu. Hiçbir canlı için bu duygu kaba ve ilkel haliyle kendi seçimi değildir. Nesiller boyu aktarılan bir duygudur.
Aslanlar aslanlarla, filler fillerle, su aygırları su aygırlarıyla, kuşlar yine kendi kuş türleriyle, maymunlar maymunlarla beraberliği seçer. Bütün tabiatta bunun açık örneklerini görebiliriz. Hatta ağaç türleri bile bulundukları çevrede çoğalıp aynı türlerle beraberliğe hizmet ederler. Bu durumun bile bir duygusal temelinin olduğuna inanıyorum.
İnsanın yaratılanların içerisinde çok farklı bir donanıma ve her açıdan gelişebilen bir yapıya sahip olmasından dolayı bu aidiyet duygusunun da gelişmiş olması gayet normaldir.
Bir insan bir eve doğar. Anne ve babası yani çekirdek aile onu büyütür ve eğitir. Eğitim bazen aileden gelir, bazen de çocuk görerek ve duyarak kendini geliştirir.
Onun için ilk kutsal sayılabilecek mekân ve kişiler ailesi ve evidir. Bunu normal şartlarda kimseyle tartışmaz. Bu kişileri ve mekânı korur, kollar ve de her şeye rağmen savunur.
Sonrasında akrabalar ki öncelik kan bağı olanlardadır. Sonrasında diğer akrabalar, komşular, aynı mahalledekiler, aynı şehirdekiler ve aynı ülkedekiler farklı sevilme ve değer atfetme konusunda öne çıkarlar.
Bir de aynı dünya görüşüne ve de aynı dine inananlar da mesafe ne kadar uzak olursa olsunlar diğerlerine nazaran daha yakındırlar.
Bu şekilde milli duyguların çemberi biraz daha genişlemiş olmaktadır.
Modern devletler oluşumunun ve belirgin bir sınır belirleyip dolaşıma bazı disiplinler getirdikten sonra milli duygular daha da sıkı ve içsel olarak gelişmeye başladı.
Bir şekilde bir öteki, bir karşı taraf bulundu ve ben ve biz cümleleri daha da sık kullanılmaya başladı.
Kendini, ailesini, vatanını, dinini, dilini ve bilumum kültürel değerlerini koruma içgüdüsü son iki yüzyılda daha da yoğunlaşmaya başladı.
Dinsel ayrışım dönemi bir açıdan ehemmiyetini yitirirken coğrafi ve devlet ayrışımı milli duygularda artışa sebep oldu. Buna geçmiş yüzyılda savaşlar hizmet ederken, yeni dünya siyasetinde emperyalizm ve sekülerizim sebep olmaktadır. Önceki yüzyıllarda cebren sömürü yapılabiliyordu ama şimdi artık bir sürü ekonomik ve siyasi oyunlarla sömürü tezgâhları hala acımasızca çalışabiliyor.
Değerli okurlarım, insan bazı şeyleri seçemez. Anne-babasını, doğduğu coğrafyayı, derisinin rengini, ana dilini, göz rengini ve benzeri özelliklerini kaderinin değişmez bir parçası olarak hayatının tam merkezinde bulur.
Gelişim ve değişime verdiği tepkilerle bazı özelliklerini geliştirebilir ve de değiştirebilir. Dil ve din bunların başında gelir. O açıdan hangi özelliğimizi neden çok savunduğumuzu bilmemiz gerekir.
İnsanı diğer insanlardan nelerin üstün ya da aşağılık yaptığını iyi öğrenmemiz lazımdır. Hangi değerler iyi ya da kötü insanın kendi üretimidir, hangi değerler se insana doğuştan gelmiştir? Bu meseleyi çözdüğümüzde işimizin büyük çoğunluğu hallolmuş oluyor.
Bundan sonrasında yine fıtratımızda insan olarak yaratılış esnasında bize yaratıcımız tarafından hediye edilen ahlakilik melekesi devreye giriyor.
İnsan ahlak eğitimine yatkındır. Sebebi ise tam da bu yazdığımız şeydir. Bu eğitim içeriği itibarıyla insanda karşılık bulmaktadır. Ya kişi kendisini geliştirerek ahlaki olarak üstün seviyelere çıkabilir, ya da ahlak eğitimini ciddiye almayarak ilkel davranışlarına devam edebilir.
Bu eğitim tam da bilinç işidir. Bilerek ve isteyerek tercih edilmesi gereken bir vitamindir.
Kitabımız Kuran ahlakiliğe ve ahlak eğitimine karşı o kadar çok dikkat çekmiştir ki içerisinde binlerce ayet tam da bu meseleden bahsetmiştir.
Takva kelimesini bir mihenk taşı olarak kulluğun, ahlakın ve iyiliğin merkezine koymuştur.
Hucurat suresi 13. Ayette tam da bu noktaya dikkatimiz çekiliyor. ‘’ Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.’’
İtaatsizliğin dini terminolojideki tanımı ‘’Emir ve yasaklara uymada hassasiyet gösterme durumudur.’’
İnsanın öz değerlerini, kültürünü, vatanını ve ait olmaktan mutlu olduğu devletini ve bayrağını sevmesi gayet doğaldır ve insani bir şeydir.
Ama bunu yaparken başkalarının yaşama gibi temel haklarına müdahale etmemelidir.
Ettiği takdirde ırkçı ve faşist bir ahlaksızlığa sürüklenmiş olur. Bu sıfat insanı insanlıktan çıkaran birkaç ahlaksızlıktan ve günahtan bir tanesidir.
İnsan yüksek ahlaka hoşgörüsüyle çıkar. Haddini bilerek çıkar. Bir gün öleceğini ve hesap vereceğini bilerek çıkar. Empati yaparak çıkar.
Ama benciller ve narsistler için böyle cümleler kurulamaz. Onlar her türlü bozuk davranışlarını zengin olsalar da diplomalı olsalar da yine yaparlar. Çünkü onları durdurabilecek hiçbir kutlu değer yoktur.
İnsan kendisini, ailesinin ve milletinin üstün özellikleriyle onur duyabilir. Ama gurur duyamaz. Gururda nefis ve şeytan bize haddi aşan cümleler kurmamız için baskı yaparlar.
Onur duymada ise haddini bilmek vardır, şükür etmek vardır. Yaratıcıdan gelen melekeleri ve yardımı bilmek vardır.
Değerli dostlar bu ayrım ve farkındalığı unutmayalım. Her birinizi ahlaklı bir hayata davet ederken hoş olup hoşça kalmanızı ve de Allah’a emanet olmanızı diliyorum.