Mevlânâ Tekyesi kurbünde (Mevlevihane yakınında), nereden getirilip ne zaman çeşme ittihaz edildiği (yapıldığı) meçhul iki kişilik bir lahit vardır. Lahidin üzerinde murûr-i zamanla (zaman geçtikçe) bir kils (kireç) tabakası kaplanmış olduğundan üzerindeki nakış ve tasvirler (resimler) hayal meyal görünürken 1335/1919 sene-i rûmiyesinde İtalya Konsolatosu’na nakledilip temizlenmiş ve gayet nefis tasvirler meydana çıkarılmıştır. Bunlardan başka kaleden çıkan ve ekserisi (çoğu) Amazonlara ait birçok lahit ve heykel parçaları ile müteaddit (birçok) kitabeler mevcuttur. Bu kitabelerin otuz adedi Romanelli ile Paribeni tarafından neşrolunmuş (yayınlanmış) ise de şimdiye kadar neşredilmeyen bunun birkaç misli kitabe daha mevcuttur. Kitabeler Yunan ve Roma ile Bizans devrine aittir. Elde edilen bu kitabeler vakt-i münasipte tercümelerle beraber neşredilecektir.
Antalya’da, zaman-ı kadîmde (eski zamanda) bir kehânethânenin bulunduğu diğer bir kitabeden anlaşılıyor. İşbu kitabe Mermerli denilen mahalde ve Hasun Kapudan’ın hanesi karşısındaki kale duvarına merbut idi. Bilahare 1336/1920’de yerinden sökülerek Liva (Antalya) Müzesi’ne nakledilmiştir. Taşın bir tarafında uzun ve Yunanca yazılmış bir falnâme, diğer cephesinde âtide (aşağıda) tercümesi muharrer (yazılmış) ve Bizantiyunlara (Bizanslılara) ait bir kitabe mevcuttur:
Tercümesi: “Emâret (yahut) ömür ve sağlık. Üç defa Ağustos nâmını alan Kostantin Felaviyus Apolyanus’a olsun ki kendisi gayet gösterişli ve cesur bir hükümdardır.”
İşbu falnâmenin ismi Astraga Lismos’dur. Bu gibi kitabelerde takip olunan sistem, taşın üç ve bazen dört tarafını yazmaktan ibarettir. Zaman-ı kadim de (eski zamanda) bazı safderunlar, tecellisine (kaderine), şansına kesb-i vukuf etmek (öğrenmek) üzere putperest kâhin veya kâhinelere müracaat ederdi. Kâhin güruhu dahi eline beş adet aşık kemik alarak yere atar. Kemik ne kabilde düşerse kâhinde ona göre cevap verirdi. Mâre’z-zikr (daha önce geçtiği üzere) falnâme kemiğin düşmek suretlerini ve her birisinin mânâsını îzah ediyor. Antalya’da olduğu gibi Antalya’nın altı saat şimalinde (kuzeyinde) bulunan âsi Karaman’ın bir saat garbindeki (batısındaki) viranelikte Bizans devrinden kalma bir kilise havalisinde dört tarafı yazılı bir falnâme mevcut olduğu gibi Antalya’nın on iki saat garbinde bulunan Kardıç civarında Apolonya-Saraycın’ın üstündeki tepede Sagalossos-Ağlasun’da keza Ördekçi’de dahi böyle falnâme kitabelerine tesadüf edilmiştir. Âsi Karaman’daki kitabe, Hâci Nikola tarafından keşfedilmiştir.
Liva’nın (Antalya’nın) bazı karasında elân (günümüzde) aşık kemiğiyle oynanması, işbu kadîm hurâfenin (eski bâtıl uydurmanın) bir eseri olmak ihtimali pek vârid addettiriyor.
Mermerli Köşk denilen mahallin Romalılardan kalma küçük mikyasda (ölçüde) bir tiyatro olduğu, şeklinden anlaşıldığı gibi Antalya’da beş sene de bir defa olimpiyat oyunlarının icra edildiği mevcut olan kadim sikkeden anlaşılıyor. Bir de şimdiki hükümet binasının cenup (güney) cihetinde 1330/1914 tarih-i rûmisinde hedmine mübaşeret edilen (yıkımına girişilen) yüksek kalenin dibindeki Dede kabrinin (Bayraktar Dede) on metre kadar yukarısında çıkan ve iki parçadan mürekkep bulunan taştan mamul koltuğun iki tarafında birer yunus balığı şekli vardır ki bu da kadîmen (eskiden) tiyatrolarda kullanılan koltuklara benzediği için Antalya’da dahi bu gibi medeniyenin bulunduğuna delildir. Yunus balığı şekli, ekseriya deniz ilahı “Poseidon”un alametidir. Zaman-ı kadimde böyle koltuklar tiyatronun alt katında bulunup Poesidon puthanesi ruhbanlarına mahsustu.
Tadat edilen (sayımı yapılan) parçalardan maada (başka) kaleden birçok münakkaş (nakışlı) luhûd (lahitler) ve heykel parçaları ve müteaddit (birçok) kitabeler meydana çıkarılmaktadır.
685 tarih-i miladisinde mülûk-i Emeviyye’den (Emevi hükümdarlarından) Abdülmelik zamanında genç Jüstinyen ile akit edilmiş olan bir musalaha (sulh anlaşması) mucibince Cebel-i Lübnan’dan (Lübnan Dağı’ndan) on iki bin nüfustan ibaret Âsî “Mardaitler”in kısm-ı küllisi (büyük kısmı) Pamfilya’da yerleştirilmiş ve burada kendilerine mikdâr-ı kâfi (yetecek) arazi verilmiş olduğu Rumca tarihlerinde yazılıyor.
Mardaitler kelimesini anlamayarak, Müslüman olduktan sonra Hristiyan dinini kabul etmişler ve bundan dolayı gûyâ kelime, Arapça’nın mürted kelimesinden müştak (türemiş) olduğu Diyatridis tarihinde tevil edilmiş ise de Mardaitler hakkında Hammer on dokuzuncu kitabında ber-vech-i âti (aşağıda) malumat ile bizi tenvir ediyor (aydınlatıyor): “Cebel-i Lübnan’da (Lübnan Dağı’nda) ikamet eden Dürzîler “Mârid” yahut “Mardait” denilen ve dağlarda sâkin olan eski ve cengâver bir kavmin a’kâbındandırlar ki (soyundandırlar ki) evvela Bahr-i Hazer’in (Hazer Denizi’nin) şimalindeki (kuzeyindeki) memâlikte (memleketlerde) bulundukları halde müahhıran (sonra) Rum İmparatorları tarafından Suriye ve beyne’n-nehreyne (Dicle ve Fırat arasına) nakil olunmuşlardır. Bunlar mukaddema (önceden) “Mardin” Kalesi’nde yaşamışlardır. Bunlar, Şemsî, Nusayrî, Yezîdî gibi fırak-ı muhtelifeye (farklı gruplara) münkasımdır (ayrılmıştır). Ateşe, güneşe, aya, şeytana taparlardı. Bilahare Hâkim Biemrillah’ı bir ilah-ı mütemessil (ilaha benzeyen kişi) tanımaya başladılar.
Mardaitler, yahut Mardlar daha eski bir zamanda bir Acem aşireti olmak üzere Bahr-i Hazer’in (Hazar Denizi’nin) sevâhil-i cenûbiyesinde (güney sahillerinde) bulunurlardı. Lübnan Mardaitlerinin cevlanlarını (dolaşanlarını) tevkif etmek (tutuklamak) için Halife Abdülmelik Rum İmparatoru Teohanes’e bir elçi göndermiştir. Lübnan’ı 677 târih-i mîlâdisinde istilâ etmişlerdir. Kostantin bunlardan on iki binini 686 senesinde yerlerinden nakil etmiştir. Teofanes, sahife 302-395. İbrahim Aklensis, sahife 156’da Mardaitlerin Hristiyan Arap olduklarını yazıyorsa da bunların hiç birisinde mürted olduklarına dair bir kayıt yoktur.
Pamfilya kıtası Harun er-Reşid ve Me’mun zamanlarında bir aralık Abbasiler’in eline geçmiş ve ba’de (sonra) yine Romalılar tarafından istirdad olduğu (geri alındığı) mervi ise de buna dair bir vesika-i sahiha (doğru belge) elde edilemedi.