Elmalılı’nın Mehmet Akif Ersoy’a Yazdığı Mektup
Elmalılı ile Mehmet Akif arasında, sevgi ve saygıya dayalı köklü bir dostluk bağı bulunmaktadır. Her iki tarafta da hayatları boyunca birbirlerini kıran ve üzen bir hâle rastlanılmamaktadır.
Elmalılı ile Âkif arasındaki mektuplaşmaların daha çok tefsir ve meâl yazdıkları dönemlerde olduğu düşünülmektedir. Âkif, meâl sözleşmesini 1931 yılının sonunda feshettiği tarihe kadar Rıfat Börekçi ve Ahmed Hamdi Akseki’nin Elmalılı’ya yazdıkları mektupların konuları içerisinde Âkif’le ilgili soru ve endişeler dikkati çekmekte, Elmalılı’da Âkif’in kendisine yazdığı mektuplardaki ifâdeleri cevap olarak kendilerine yazdığı mektuplarda nakletmektedir.
Tarafımızdan yapılan çalışmalarda, Elmalılı’nın metrukâtı arasında Âkif’ten gelen mektuplardan hiçbirisi tespit edilememiştir. Ahmed Hamdi Akseki, Elmalılı’ya 25 Eylül 1927 tarihli mektubuyla Âkif’in meâlle alâkalı çalışmalarını sormuştur. Elmalılı’nın söz konusu mektuba yazdığı cevâbî mektup içerisinde Âkif’e ait: “Bidâyeten gönderdiği bir mektup da “Henüz bu tercümeler taslaktır, on on beş cüz sonra meslek-i muhtâr-ı yakîn edecek, Na’îm Bey’den başkasının görmesine râzı değilim, tam gayr-i tam birçok tercümelerin mevcut olduğunu biliyorum. İntihâl ederler sonra da bizi müntehil olmakla kâmetli gösterirler. Tabi’i Aksekili Hamdi Efendi Hoca’nın isti’câline de bakacak değiliz. Biz vesilemizi sarf etmiş olduğumuz kanâ’atini kendimizce hâsıl etmeden eseri ortaya çıkaracak veyâhut mahalline teslim edecek değiliz öyle değil mi?” diyordu.” şeklindeki ifadelerden Elmalılı’ya Âkif tarafından gönderilen mektupların var olduğu anlaşılmaktadır. Elmalılı, Âkif’in mektuplarını arşivleyerek korumuş, vefâtı sonrası Elmalılı’nın oğlu Hamdun Yazır’a akademik araştırmacı vasfıyla gelen birisi söz konusu mektupları çalışmak ve yayımlamak üzere almış, lakin çalışmayı yayımlamadığı gibi mektupları da geri getirip teslim etmemiştir. Günümüze kadar söz konusu mektupların akıbeti meçhuldür.
Elmalılı’nın metrukâtında, Âkif’e yazdığı mektuplardan sadece bir tanesinin kaldığı görülmektedir. Âkif’in, Mevlid-i Nebevî’yi tebrik ettiği mektuba çok sevinen Elmalılı, mektubu öpe öpe okuduğunu ifade etmektedir. Âkif gönderdiği mektupta, Cidde’de ki bir okul için üç hattat istenildiği, biri için Elmalılı’nın hattat kardeşi Mahmud Bedreddin Yazır’ı münasip gördüğünü, diğer ikisini Elmalılı’nın seçebileceği belirtiliyor ve ücretlerini soruyor. Elmalılı münzevi yaşantısını arzederken, haz alarak yazdığı tefsirden uykularının kaçtığını, zihnindekini kaleme almakta sıkıntı çektiğini söylemekte, tefsirden Diyanet İşleri Riyâseti’ne on bir cüz gönderdiğini haber vermektedir. Tefsirin Mahmud Bedreddin Yazır tarafından temize çekilen kısımlarının meâl bölümleri, Âkif’in göndereceği meâller yazılmak üzere boş bırakılmaktadır. Ayrıca mektubunda Elmalılı, nesih ve sülüs icâzeti aldığı hocası Hacı Arif Efendi’nin; “Ben küllü hattat değilim” sözünü ve talik icâzeti aldığı üstadı Sâmi Efendi’nin; “Şiir ve hat ile zengin olmuş mu var, o bir zevk, bir tabiat, bir ibtilâdır, neyleyim kurtulamam tab-‘i hevesnâkimden” sözlerini naklederek, Âkif’e hat sanatını unutmamak için iki Mushaf yazmaya devam ettiğini, kayınpederinin ve Babanzâde Ahmed Naim Efendi’nin (ö.1934) babasının vefat ettiğini haber vermektedir. Söz konusu mektup şöyledir:
“Mevlid-i Nebevî şerefiyle tebrik ve taltifi mütezammın güzel mektubunuzu aldım öpe öpe okudum. Teveccühâtınıza çok çok teşekkür eder ve derin iştiyaklarla gözlerinizden öperim. Sıhhatimin nasıl olduğu ve tefsirden hangi sûreye geldiğimi suâl ediyor Hindî bir zâtın Cidde’de ki bir mektebi için münasip üç hattat istendiğini ve birine birâderimi münasip görüp diğer ikisini de intihâb-ı ‘âcizâneme bırakdığınızı yazıyor ve kaça gelebileceklerini soruyorsunuz. Evvelâ hâlimi arz edeyim. Fakir hânemde münzeviyâne oturuyor, gece gündüz tefsir yazmakla uğraşıyorum. Bu meşgale bana o kadar hoş ve zevkli geldi ki ve gittikçe Kur’ân’ın ‘azameti gözümde öyle büyüdü ki bilhassa sûre-i Yûnus’dan beri gönlüm büsbütün başka bir ‘âlem ve hayât yaşıyor. Fakat çok yoruldum hele bu sene büsbütün durgunlaştım. Bilemiyorum geceleri uyku uyuyamıyorum. Henüz düşünebiliyorsam da zihnimdekini kaleme almakta zahmet çeker oldum. Yazı yazıp dururken birdenbire kendimden habersiz kalkıp odanın içinde gezinmeye başlamış olduğumu sonradan fark ediyorum. Bunun için işi üretemiyorum. Henüz sûre-i Hûd’u bitirmek üzereyim. "شيبتنى سورة هود"[1] hadîs-i nebevîsi mazmununu duyar gibi oluyorum. Şimdiye kadar Diyânet İşleri Riyâsetine on bir cüzü tevdi’ edebildim. Bunlardan zât-ı ‘âlinize ‘âit olmak üzere tebyiz edilmiş olanlarda benimkilerle beraber nezdimde mahfûzdur. Lâkin hepsinin meâl-i şerîf yerleri bilâhare yazılmak üzere boştur, gönderdiğiniz zaman birâder yazacaktır. Bitirmiş bulunursanız ben de bundan böyle daha kısa kesip bitirivermeye çalışacağım. İki senedir hava tebdiline imkân bulamıyorum. Bir kayınpederim vardı sizlere ömür o da geçen sene vefât ediverdi. Dördü kız biri oğlan beş yetimi de bana kalakaldı. Bu suretle orada iki kişilik bir ‘âile bana bakıyor. Rezzâk-ı ‘âlem de lehü’l-hamd aç bırakmıyor. "من حيث لا يحتسب"[2] olup olup gidiyoruz. Yarım kalmış iki Mushaf vardı. Tefsirden yoruldukça dinlenmek üzere ara sıra onları da ikmâle çalışıyorum. Ya’ni hattatlığı da unutmak istemiyorum. Nesih ve sülüs hocam Hacı Arif Efendi merhum “Ben küllü hattat değilim” derdi. Ama ne çâre biz küllendik. Gâh mânâ ilişir gönlüme güftârından Gâh sûrette kalır zülfüne hayrân olurum. Sâmi Efendi merhum da “Şiir ve hat ile zengin olmuş mu var, o bir zevk, bir tabiat, bir ibtilâdır, neyleyim kurtulamam tab-‘i hevesnâkimden” derdi. Geçen gün hesap ettim yaz gelmiş ikibuçuk ay olmuş bir defa evimin bahçesine çıkmamışım. Ma’a- mâfih ara sıra Naîm bey biraderimiz şeref-i müâneşetleriyle taltif buyurur. Ben tefsirden o da tercümesiyle meşgul olduğu Buhârî’den konuşuruz. Ve zikr-i cemilinizle teşvîr-i iştiyâk ederiz. Onun da geçenlerde pederi vefât etti rahmetullâhi ‘aleyhi. İşte hulâsa ahvâlim bu. Mektubunuzu alınca biraderime ..."