Erkeklerin tarz-ı telbisi (giyinme şekli), yerli ahâli gibi ise de kadınlar üç beşli entari, paçaları bağlı bir şalvar “çinteyan” giyerek, başlarını dahi kırmızı bir büyük yazma ile boğçalayarak ve gümüş zincirler ve beşlik gibi gümüş sikkeler takarak köylü ve aşiret kadınlarından yek nazarda (bir bakışta) seçilebilecek bir hususiyet telebbüse (giyinmeye) maliktirler. Kadınlarında katiyen tesettür mevcut olmadığından, yüz, gerdan ve kısmen göğüs açık bir haldedir. Fevkalade sefalet-i ictimaiyeleri dolayısıyla ekseriya elbiseleri kirli ve pejmürde bir halde bulunur. Mamafih mütemadi (devamlı) mesai dolayısıyla umumiyetle kuve’l-bünye (bünyeleri kuvvetli) ve demvi’l-mizac (kanlı canlı) olup beyaz ve kırmızı çehreleriyle bir hüsn-i mahsusa malik iselerde teşkilatlarındaki gılzet (kabalık) nazara çarpmaktan hâli kalmaz.
Mensup oldukları tacirin iltizam eylediği ormanlarda su başına yakın bir mahalle evvela alacak denilen ağaç dallarından kubbevâri bir kulübe yaparlar. Ve bu kubbenin üzerlerini yün ile keçi kılı karıştırılarak bundan imal edilen bir nevi keçe ile örterler.
Kubbenin etrafını dahi düzgün kesilmiş ağaç yonga ve iplerle bağlayarak sıravâri kapatırlar. Bütün hane eşyasını dahi çuvallara koyarak etrafına sıralarlar. Az çok ağnâm (koyun-keçi) ve mevaşileri de (deve, sığır, koyun, keçi gibi hayvanlar) bulunursa da, sanatları bilhassa ağaç kesmek ve tahta biçmekten ibaret olduğundan, bu sanatlarına lazım olan balta, bıçkı âlet bulundururlar. Hane eşyası hususunda köylü aşiret hanelerinden daha fazla levazıma malik değillerdir.
Bir tahtacının serveti, vesâit-i nakliyesinin (nakliye vasıtaları) adediyle ölçülebilir. Her tahtacının derece-i iktidarına göre imal eylediği keresteyi taşımaya mahsus bir veya müteaddit katır ve bargiri (beygiri) bulunur. Ziraata heves eden pek azdır. Bunlar daima tüccar namına işlerler. Netice-i hesapta borçlu çıkarlar. Zira eşyanın fiyatı, borsa ve piyasa hakkında malumatları olmadığı gibi, tüccarın gösterdiği zimmatı (teminatı) bila itiraz (itirazsız) kabul ederler. Senelerce çalışır ve yine borçtan kurtulamazlar. Hesab-ı cârileri daima açık tarafa meyleder. Ve bu açığı mâ dâme’l-hayat (hayatları boyunca) kapatamazlar.
Tahtacılar sanatlarının ifası hususunda kadınla erkek aynı suretle çalışırlar. Zevcesi olmayan bir tahtacı “bir yanım yok” diye teklif olunan hizmeti edemez. Tahtacının zevcesi sanatın ifası için tefrik (ayrılık) kabul etmez ikinci uzvudur. Çünkü ağaç kesmek biçmek hususunda kendisine muavenet (yardım) etmek ve mesela bıçkıyı mukabilinde çekmek için zevcesi veya hiç olmazsa valide ve hemşiresi (kız kardeşi) bulunmak lazımdır.
Bir tahtacı maa aile (ailesiyle beraber) makine gibi hiç yorulmaksızın işlemektedir. Bir tahtacı için alacağı kızda aranılacak başlıca meziyet iyi bıçkı kullanmasıdır.
Tahtacılar umumiyet itibarıyla kuvve-i maneviyeden mahrum ve korkaktırlar. Kavgadan, kabadayılıktan hoşlanmazlar. Onun için askerlikten pek ziyade çekinirler. Kebir nahiyesinin Aksu taraflarında ve Isparta’da bulunan tahtacıların bir kısmı İranilik iddiasındadır. Bazıları İran pasaportunu hâmildir (taşırlar). Ma’a haza (bununla beraber) bu pasaportlar 1321/1904 senesi tahririnde Isparta ile Antalya hududu arasında nüfusa kayıt edilmeksizin kalan bir kısım Tahtacıların vaktiyle Karahisar’daki (Afyon’daki) İran şehbenderine (konsolosuna) müracaatla böyle pasaport istihsal etmiş (elde etmiş) oldukları ve hele sicil-i nüfusta mukayyet Tahtacılardan bile pasaport alanların bulunduğu ve sahte muharref(tahrif edilmiş) pasaportu hamil oldukları da görülmüştür. Tahtacıların havass-ı mümtazelerinin (seçkin özelliklerinin) en mühimi fevkalade ketum olmalarıdır. Bunlarda cehalet pek amiktir (derindir). Yukarıda tadat edilen (sayılan) mahallatta (mahallelerde) az çok okur yazar on kişi bulunmaz. Onun için hareket ve muamelatlarında bir ummâ-yı cehalet görülür. Din ve mezhep hususunda hususi bir tarika ve keza itikatlarınca Bektaşi tarikınasâliktirler. (Devamı var)
Antalya Türk Ocağı Tarihi Encümeni Reisi ve Müze Müdürü Süleyman Fikri, “Teke Vilayetinde Tahtacılar”, Türk Yurdu Mecmuası, Mayıs 1927, cilt 5, numara 29, s. 479-80.