Devleti ‘baba’ olarak gören bir coğrafyada doğdum, büyüdüm.
Haliyle ‘devlet’ hep kıymetlimiz, kutsalımız oldu…
Her ne kadar koruyup, kollayan, şefkatli yüzünü pek göremesek de devletin babalığı bizim nezdimizde hep devam etti.
Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı döneminde zaman zaman herkesi şaşırtan çıkışlar yapan Rahmetli Turgut Özal bir keresinde, “’Devlet baba’ demek doğru değil. Devlet vatandaşına hizmet eder, baba olmaz” dediğinde, hatırlıyorum çok sevildiği memleketim Erzurum’da bile tepki görmüştü. “Dili sürçmüştür” diyerek meseleyi hafifletmeye çalışanların yanı sıra, “Ne diyor bu adam, güç zehirlenmesi yaşıyor, Devlete laf söylemek ne haddine...” diyenler de çıkmıştı.
Aslında bugün bile Anadolu’da birçok yerde insanların ‘devlet baba’ kavramını sıklıkla kullandığını görebilirsiniz. Çünkü biz millet olarak böyle görüyoruz ve bu nedenledir ki, devlete her daim saygı duyuyor, onun her dediğini yapıyor, ona toz kondurmuyoruz...
Oysa devleti kendilerine hizmet etsin diye icat etmiş insanoğlu. Elbette hiçbir millet, devletinin kötü olmasını istemez. Ancak bizdeki gibi devleti yücelten, baba gibi gören, kutsayan bir anlayış hiçbir gelişmiş ülkede göremezsiniz. Gelişmiş ülkeler, demokrasiyi, milleti, özgürlükleri, hukuku ve evrensel değerleri daha fazla yüceltirler. Bizim ise devlet, hayatımızın her alanında ve çok büyük bir yer kaplar. Dolayısıyla hemen her şeyi devletten bekleriz. Sıkıştığımız her konuya, her soruna devletin el atmasını isteriz. Tıpkı hayatındaki her şeyi ‘babasıyla’ birlikte yapmak isteyen çocuklar gibi…
Gazetemizin bugün manşetinde ‘İNSANLIK AYIBI’ başlığıyla yer alan ajans haberini gördüğümde bilinç altıma yerleşmiş ‘Devlet Baba’ anlayışını bir kez daha sorgulama ihtiyacı hissettim. Haberi okuyunca eminim sizler de bu sorgulamayı yapacaksınız.
Kepez’de yaşayan 54 yaşında ve yüzde 67 fiziksel engelli Ebubekir Kaymaz adlı vatandaşın yaşadıkları, gerçekten de ‘Devlet nerede?’ sorusunu sorduracak cinsten çünkü. Henüz 54 yaşında olmasına rağmen yaşadıkları nedeniyle 70’li yaşlarda bir görünüme sahip Kaymaz’ın zaten sıkıntılı olan yaşamı, bu yılın şubat ayında evini sel sularının basmasıyla içinden çıkılmaz bir hal almış. Önce vicdanı yerine cüzdanını tercih eden ev sahibi koymuş kapıya çaresiz adamı. Ardından Kepez Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı verdiği 2 bin 700 lira maaşını kesmiş ikameti yok diye…
Garibin kimi kimsesi yok belli ki… Bir hayırsever el uzatmış, 3 ay bir pansiyonda kalmasını sağlamış. Sayılı gün çabuk geçiyor. Hayırsever elini çekince oradan da çıkarılmış. Na’psın her şeye rağmen yaşamak zorunda. Kapı kapı dolaşmış o engelli haliyle. Nihayetinde Büyükşehir Belediyesi, ufak tefek bir şeyler satıp hayatını idame ettirebilsin diye bir tezgâh yeri vermiş. Şimdilerde o tezgâhın arkasında betona serdiği kartonların üzerinde yatıp kalkıyor. Yıkanma ihtiyacını denize giderek gidermeye çalışıyor. Çamaşırlarını keza aynı şekilde yıkayıp üzerinde kurutuyor. Yattığı yerin üzerini kapattığı brandayı sabah erkenden topluyor, birileri şikâyet eder, elinden alırlar diye…
54 yaşında, yüzde 67 engelli, yapayalnız ve çaresiz…
Bu son gözümüze çarpan örnek. Daha niceleri var. Her gün her platformda karşımıza çıkan, her geçen gün sayıları artan SMA hastası bebekler, çaresiz aileler. Onlar için düzenlenen kampanyalar (ki, bu konuda benim de yeni öğrendiğim dikkat çekici bir husus var ve bir başka yazıda değineceğim) vs…
İşte o kutsadığımız ‘baba devlet’i buralarda gözümüz arıyor. Devlet babanın şefkatini burada görmek istiyoruz. Ama yok. Maalesef devlet baba adeta kulağının üzerine yatmış durumda. Ne çaresizlerin feryatlarını işitiyor ne yaşanan dramları görüyor. Devlet babanın temsilcileri, kamu kurumları, belediyeler maalesef hepsi ama hepsi ‘üç maymun’u oynuyor.
Bugüne kadar ‘baba’ anlayışımız yüzünden eleştiremez olduk. Çünkü dokunmaya kalktığımızda, ‘babasına el kaldıran evlat’ konumuna düşecektik. Halbuki, devlet, vatandaşa hizmet için var olan bir mekanizma ise onu eleştirmek, eksiklerini, yanlışlarını ortaya koyup düzelmesini sağlamak aslında bir vatandaşlık görevi.
Şeyh Edebali, ‘İnsanı yaşat ki, devleti yaşasın’ diye boşuna dememiş…