Psikoloji; Ruhbilimi, Bir bireyi, bir topluluğun duygu, düşünce ve davranış biçimlerinin tümü olarak tanımlanır. Yani insanın şifreleriyle ilgilenen bir bilim dalıdır. Bizim atalar buna Ruh bilimi demişler. Batılılar ise bunun adını Psikoloji koymuşlar.
Ruh biliminin ya da Psikolojinin alanı, canlıların hem doğrudan gözlenen davranışları hem de düşünme, zihinde canlandırma, hatırlama ve hayal etme gibi doğrudan gözlenemeyen karmaşık zihinsel aşamalarıdır.
Psikolojinin hedefi ise, zihinsel süreçleri ve davranışları tanımlamak, neden ve nasıl oluştuklarını açıklamak, ileride nasıl bir değişim-gelişim göstereceklerini öngörmek ve bu süreçleri kontrol etmektir. Bilimsel tanımlamalar aşağı yukarı böyle. Buraya kadar olan bölüm neden bahsedeceğimin kitaplardaki cümleleriydi. Ne kadarı hakkında ne yazabilirim sorusunun maalesef cevabı bende yok. Ne mümkünse deyip başlıyorum.
Bu başlıktaki en önemli soru şu olmalı; İnsanın psikolojisini neler belirlemektedir? Ya da neler etki etmektedir?
-Ailedeki davranışlar, aile kültürü,
-Dini inanışları,
-Milli kültürü,
-Çevresel faktörler,
-Etkilendiği kişilerin özellikleri,
-Eğitim durumu,
-Okuduğu kitaplar,
-Seyahatlerdeki gözlemleri.
Bu ve benzeri faktörler insanın düşünce ve davranışlarının hem alt yapısını belirler hem de gelişim ve değişim sürecine etki eder.
Bu bakış açısıyla benim, senin ya da herhangi bir insanın günlük hayatta yaşadıklarımızı analiz etmeye çalışalım. Yaratıcımızın fıtratımıza yüklediği gelişme ve değişme potansiyeline sahip iç güdülerimizle yaşamaya başlıyoruz. Bir başka ifadeyle hazlarımızın, ihtiyaçlarımızın ve ilgimizi çeken uyarıcılarla gün denilen zaman dilimini dolduruyoruz.
Ana başlıklarla günlük işlerimizi aşağı yukarı şöyle sıralayabiliriz. Kişisel bakım, Kahvaltı, geçimin temini için yapılan iş, Öğlen yemeği, alışveriş, akşam yemeği, değişkenlik arz eden akşam aktiviteleri, dini hayatı olanlar için de ibadetler ve uykuyla birlikte bir günümüz böylece bitiyor.
Mesele aslında bir iki cümlelik bir durum değil tabi ki. Her işin içerisine, algılar, duygular, yorumlar, niyetler, korkular, sevinçler, hazlar, hevesler, tedirginlikler, heyecanlar ve benzeri ruhsal tepkiler giriyor ve işlerimizi onlarla beraber yapıyoruz ve günlerimizi böylece yaşayıp gidiyoruz.
Eğer günlük uğraşılarımız isteklerimiz ve onun ürettiği hazlarımız çerçevesinde geçiyorsa seviniyoruz, heyecanlanıyoruz, mutlu oluyoruz. Günümüz iyi hatta mükemmel geçti diyoruz. Bu arada iyi dediklerimizi de değerlendirmemiz gerek. Kime göre, neye göre, nasıl iyi?
Bunu belirleyen unsurunsa vicdanla birlikte çalışan manevi değerlerimiz olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda adına iyi ahlak dediğimiz insana iyi gelen, huzur veren, mutluluk üreten, yaşama sevinci veren en hassas ayarlarımızı da hatırlamalıyız.
Diğer taraftan günlük hayatımızda yaşadıklarımız bize korku ve endişe veriyor ve günün bir an önce bitmesini istiyorsak işte o zaman buna sebep olan duygu, düşünce ve davranışlarımıza da kötü ahlak dediğimiz şeyler sebep olmaktadır. Bu durumdan vicdan kesinlikle huzursuz olur. Bir şekilde kötü denilen şeyler vicdandan olumlu referans alamazlar. Bütün kötüler ve kötülüklerin öncelikle kişinin kendi vicdanıyla savaşları vardır. Onu ya sindirirler ya bastırırlar ya da çeşitli gerekçelerle sesini çıkaramaz hale getirirler.
İşte insanın bütün mücadelesi iyi ya da kötü olmakla alakalı bir durumdur. İnancımıza göre de böyle bir kategorik ayrım şarttır. Bu mücadelede insanın en büyük yardımcısı akıl, vicdan ve dini duygularıdır. İlk ikisi her insanda var. Tabi ki akıl sağlığında problem olanlar hariç.
Bu konuda bir iki cümle daha yazmamız gerekecek. Kaynaklarındaki orijinallik ele alındığında tahrif edilen dinlerin ahlak üretme ve vicdanı özgür bırakma olasılığı çok düşüktür. Aynı zamanda Kaynağı tahrif edilmemiş olup da sonradan adet, gelenek ve de hurafe gibi uydurma ürünlerle doldurulmuş olanların dini de hak din kategorisinden çıkmasına sebep olur. Yani Dini kaynaklarda tahrifat yokken insanın kendi dini anlayışını tahrif etmesi söz konusudur.
Bütün bu analizlerden sonra insan denilen bu yaratığın nasıl bir varlık olduğu konusunda az çok bir fikir sahibi olduğumuz söylenebilir. Ruh hali iyi insanın psikolojisinde genellikle samimiyet vardır. Doğruluk vardır. Güven ve emniyet verir. İnsanlara güler yüzle bakar. Kalpten konuşur ve muhatabını da kalpten dinler. İlişkilerinde hesapçılık yapmaz. Kanaatkardır. Vefakardır. Tek taraflı faydadan ziyade ortak hoşnutluğu amaçlar.
Gerçek ve doğru bir Dini inancı olanlarsa Allah’ın rızasını amaçlar. İyi olup iyi kalabildiği ve iyiliğini çoğaltabildiği müddetçe hayattaki amacına ulaşmış olur. Bu kadar sade ve açık bir durumdur iyi ve iyilik. Bir müddet geçtikten sonra iyi insan fazladan bir çaba bile sarf etmez. İyi olma ve iyilik yapma hali onda normal bir davranışa dönüşmüştür.
Ruh hali iyi insan rahat uyur. Evhamlı değildir. Şüphelerine esir olmaz. Kötüler ve kötülüklerin zihnini ve gündemini işgal etmesine izin vermez. Bencillik ve bencillerle de pek ilgilenmez.
İyi insan hiç hata yapmaz mı? Tabi ki yapar. Hatasının farkına vardığından itibaren pişman olur. Bir daha yapmamaya karar verir ve de yapmamaya çalışır. Muhatabından da derhal özür diler ve helallik alır. Gurur ve kibir baskısından kendisini kendisinden korumayı zaman içerisinde öğrenmiştir. Nefsinin ve şeytanın dürtülerine karşı farkındalıklı refleksler geliştirmiştir. Hatalarını bir kaza neticesi yaralanma olarak düşünür ve hemen tedavisine başvurur. Hızla iyileşmesini sağlamaya çalışır.
Ruh hali kötü insan da iyi ve iyiliğin zıddıdır. Bu insanların hayatları çok zordur. Rahat uyuyamazlar. Sürekli tedirgindirler. Sık sık öfkelenirler. Kolay kolay kimseye güvenmezler. Neredeyse herkesten şüphelenirler. Vicdanlarını susturmak kötülüğüne mazeretler üretirler. Samimi olamadıkları için gerçek sevginin tadına ve de mutluluğuna varamazlar.
İnsan böyle işte. Zihnimizde bir sürü labirentimiz var. Beynimiz herkes ve her konuda durmaksızın gözlem yapıyor, analiz yapıyor, düşünüyor, yorum yapıyor, tahmin ediyor, karar veriyor. Neredeyse uykuda bile dur durak bilmiyor ve rüya görerek çalışmasına devam ediyor.
Bu ve benzeri sebeplerden dolayı hiçbir insan diğerinin zihniyle ilgili kesin bir bilgiye ulaşamaz. Tahmin eder. Gördükleri ve duyduklarına binaen yorum yapar. Ara sıra da olsa hep şaşırır. İnsan olarak şaşırmamız normaldir. Çünkü bir gizemler ülkesi olan insan zihni hakkında konuşuyoruz. Daha ruhumuzdan bahsetmedik bile. Gönül denilen kaynaktan daha hiç söz etmedik. Kalbimizin metafiziksel çalışma alanına girmedik bile. Görünüşte etten kemikten bir canlıyız ama buz dağı gibi esas boyutumuz görünmeyen tarafımızdır. Bizi biz yapan esas unsur bu görünmeyen halimizdir.
İnsan için günümüzün en büyük problemi psikolojik boyutundaki arızalardır. Ruh dünyamızın dengeleri bozulmuş durumdadır. İyiliğimizi günden güne hızla kaybederken, kötülüğümüzü aynı hızla çoğaltıyoruz. Hastalıklı ve normal olmayan her şeyi bir şekilde hızla normalleştiriyoruz. En masum ve temiz halimizi hızla kaybediyoruz. Bunu bir hata gibi de yapmıyoruz. İyiliklerimizle kötülüğümüzü kamufle ediyoruz bir şekilde. Dedik ya bir sürü labirenti olan bir beynimiz var. Dengelerimiz sarsıldı. Ağırlık merkezlerimiz yer değiştiriyor günden güne. Yazılı olan kanunlarımız, düzenlerimiz, maddi kuvvetlerimiz, makamlarımız ve benzeri her türlü kural ve güçlerimiz artık kötüyü ve kötülüğü engelleyemiyor.
Sonuç olarak hızla ruh sağlığımız bozuluyor. İnsanlık hızla psikolojik dengesini kaybediyor. Bir müddet sonra bütün dünya hastalar gezegenine dönüşecek. Hastalıklı ruh hali normal olarak kabul edilecek. Hayatın akışına ve insanlığa dikkatle baktığımızda bu sonucu görmek hiçte zor değil.
Bu kötü gidişattan korunmanın bireysel olan en kolay ve etkili yolu ahlaklı olabilme konusunda ısrarla mücadele etmekten geçiyor. Dini inancımızı ahlak temelinde yapılandırarak onunla birlikte iyi bir insan olma ilkesine sadık kalıp yaşamaya gayret etmek en verimli ve kolay çalışma olacaktır. Bütün tercihlerimizi bu temel kriterlere uygunluk açısından değerlendirdikten sonra hayata yansıtmalıyız.
Tabi bütün bu mücadeleleri ruh sağlığı yerinde olan arkadaşlar ve komşularla beraber yapabilmek işimizi kolaylaştıracaktır. Her konuda samimi olma ve sevgiyle yaşama prensiplerinden taviz vermemeliyiz. İşte o zaman insan olma ve insan kalabilme inancımızı gerçekleştirebilmiş oluruz. O zaman hayatı sağlıklı bir ruh haliyle gerçek bir insan olarak yaşamış oluruz. Hastalıklı hayatların gerçek olmadığı bize sundukları imkanlardan ve bize sağladıkları zorluklardan belli olmaktadır.
Bir kelimeye tekraren vurgu yapmak zorundayım. İnsanın ruh dünyasına iyi gelen en kudretli ilacın sevgi olduğunu sakın ola unutmayalım. Muhataplarımıza yakınlık derecesine göre sevgi ve ilgimizi samimi bir hisle göstermemiz lazımdır. Hayatı sevgiyle yaşama konusunda etrafımıza örnek olmalıyız. Sevgi gibi maliyeti sıfır, faydası sınırsız başka bir vitamin ya da ilacı insanoğlu hala üretemedi. Tabi bu sevginin samimi bir sevgi olması gerektiğini tekraren belirtmem faydalı olacaktır. Çünkü samimiyetsiz sevgi köpük gibidir. Etkisi çabuk geçer. Ardından daha da olumsuz bir evre başlar.
Bütün bu temenniler ve uyarıların ardından her birimizin ruh ve beden sağlığımızın yerli yerince olmasını Rabbimden niyaz ederim.
İyilik ve iyilerden olabilme konusunda farkındalıklı bir anlayışa sahip olabilmemizi Rabbimden dilerim.
Her türlü kötülük ve kötülerden uzak kalabilecek bir hayatı rabbimizden arzu ederim.
Her biriniz Hoş Olun, Hoşça Kalın,
Sevgiyle Kalın,
Sağlıcakla Kalın,
Allaha Emanet Olun.
Muhterem hocam kaleminize sağlık.