İzlenen ekonomi politikalarının sonucunu milletçe yaşıyoruz. Günden güne artan enflasyon dar ve sabit gelirlilerin hayatını her geçen gün biraz daha zorlaştırıyor. Aslında yaşananları ifade etmek için ‘zor’ yeterli bir kelime değil. ‘Kaymak tabaka’ dışında kalan toplumun büyük bölümü resmen hayatta kalma mücadelesi veriyor. Her ne kadar çeşitli ayak oyunlarıyla gizlenmek istense de, üçlü hanelere ulaşan yüksek enflasyonu hepimiz iliklerimize kadar hissediyoruz. Çarşıda, pazarda, markette neye el atsak elimiz yanıyor.
Ekonomistler bu durumu, ‘Türkiye’de artan risklere paralel olarak kurlar ve dolayısıyla enflasyon yükseliyor’ diye özetliyor. Bugün yaşanan da bu. Döviz kurlarının yükselmesi, üretim açısından doğalgaz gibi girdilerden hammaddelere, mamul maddelerden makine teçhizat gibi araçlara kadar tüm ithal girdilere önemli ölçüde bağımlı olan Türkiye’de üretim maliyetlerini artırıyor. Kur artışı bir yandan da mazot, yedek parça vb. fiyatlarını ve dövizle tanımlanmış yol, köprü geçişi ve benzeri ücretleri artırdığı için malın pazara ulaştırılması maliyetlerini de yükseltiyor. Bu maliyet artışları ise ister istemez satıcıların fiyatlarının ve tabi enflasyonun yükselmesiyle sonuçlanıyor. Sürekli yükselen enflasyon tüketicinin alım gücünü düşürürken, satıcıları da alış maliyetlerine gelecek artışlardan korunmak için mal alıp stoklamaya yöneltiyor. Yani ‘fırsatçılığı’ hortlatıyor. Satıcı, yüksek enflasyon ortamında imalatçıdan 25 liraya alıp 30 liraya sattığı malın yerine yenisini 25 liraya koyamayacağını gördüğünde satış fiyatını 40-50 liraya çıkarıyor. Şu sıralar yaşadığımız ekonomik kaos, tam da ‘fırsatçılar’ın istediği ortamı yarattı. Geçmişte yaşanan ekonomik krizlere bakın, hepsinde benzer şeyleri görebilirsiniz. Böyle zamanlarda yaygınlaşıyor fırsatçılık. Bazı satıcılar enflasyon kalkanının arkasına saklanarak ‘ne fiyat istesek satılıyor’ düşüncesiyle fiyatları tekrar tekrar artırıyor.
Örneklerine hergün şahit oluyoruz. Geçenlerde bir toplantı nedeniyle evden kahvaltı yapmadan çıktım. Simit pohaça filan almak düşüncesiyle sokağın başındaki fırına girdim. Gözüme gözleme ilişti. Bir tane patatesli gözleme istedim. Ücretini ödemek için kasaya yöneldim ve ne kadar diye sordum. 50 TL deyince şok oldum. ‘Yanlışlık olmasın, bir gözleme nasıl 50 TL olur’ diye söylenirken, fırın sahibi, “Abi patatesin kilosu kaç lira haberin var mı?’ diye araya girdi. Tabi gözlemeyi geri bıraktım çıktım. Kendi kendine düşündüm. Patatesin kilosu 15-20 TL. Gözleme bir tek yufka ve içerisine azami bir patates kullanılarak yapılan bir şey. Maliyeti ne olabilir ki? Düşündüm, bir yufka 5 TL, bir patatesi de 2 TL sayalım eder 7 TL. Hadi ustalık, fırın, kira vs maliyeti olarak da 10 TL ekleyelim eder 17 TL. 50 TL istemek ne oluyor ?
Bir başka örnek daha vereyim. Önceki gün bir arkadaşımla buluşmak üzere gittiğim Konyaaltı Caddesi’nde, bir süre önce Büyükşehir belediyesi iştiraklerinden Ekdağ Şirketi tarafından işletilen Barbaros Çay Bahçesi’ne uğradım. Arkadaşımı beklerken bir tost yerim düşüncesiyle bir masaya oturdum. Masadaki fiyat listesine gözüm kayınca, acaba yanlış bir yere mi geldim diye etrafıma bakınma ihtiyacı hissettim. Yemeyi planladığım kaşarlı tost 75 TL!..
Usulca listeyi masaya geri bıraktım. Bütçeme fazla geldi, yiyemedim. Küçük bir çay ve su siparişi verdim, açlığımı onlarla bastırıp kalktım.
Çoğu üç haneli rakamları görünce belediyeye ait bir işletmede değil de kentin ultralüks mekanlarından birinde olduğumu zannettim. Hadi özel sektördeki fırsatçılığı bir nebze anlıyorum da, bir kamu kuruluşunun fırsatçılık yapmasını anlamam mümkün değil. Tamam enflasyon çok yüksek, iğneden ipliğe her şeye zam geldi/geliyor da, kardeşim bir tostun maliyeti nedir ki insanlardan 75 TL istiyorsunuz. Halkın bu kentin nimetlerinden eşit şekilde ve en uygun ücretlerle istifade etmesini sağlamak belediyenin görevi değil mi ?
Belediye bile böyle fırsatçılık yaparsa, özel sektördeki fırsatçıları nasıl eleştirebiliriz?...
Neyse dediğim gibi örnekleri çok. Ülkenin ayarı bozulmuş, toplumun ayarı bozulmuş. Herkes birbirini kazıklama, herkes krizi fırsata çevirme peşinde. Bu gidişat hiç ama hiç iyi değil. Bu yüzden iktidara düşen, günü kurtaracak değil, riskleri azaltarak toplumu enflasyon baskısından kurtaracak, fırsatçılardan kurtaracak radikal çözümlere yönelmek olmalı.