Rahmetli Kemal Sunal’ın bundan yaklaşık 38 yıl önce başrolünü oynadığı ‘Orta Direk Şaban’ filmini hatırlarsınız, hani şu her gün gelen zamların ardından, “Yine mi zam, zama da zam” filan gibi repliklerin olduğu film. En azından yaşı 50’nin üzerinde olanlar iyi hatırlar. Sunal mahalle kahvesine gider ve çay ister. Parasını verir ancak kahveci, elini uzatmaya devam eder. Sonrasında diyalog şöyle gelişir;
- Bu ne abi?
- Elinin körü çay parası!
- Bir 10 lira daha at. Çaya zam geldi.
- Zam mı? Gene zam mı geldi çaya? Zam geldi yine zam. Zama zam!
Bu diyalogların ardından Şaban’ın başı döner ve bayılır.
Bir başka oyuncu ise zamlı çay parası isteyen kahveciye, “Alıştıra alıştıra söyleseydin bari" der.
İşte 38 yıl önce çekilen komedi filminde dile getirilen diyalogların benzerleri bugünlerde hemen hepimiz tarafından tekrarlanıyor. Sebebi de, hemen her gün yağmur gibi yağan zamlar. Üstelik zam yapanlar hiç öyle ‘alıştıra alıştıra’ da açıklamıyor. Bir aldığınız ürünü ikincisinde aynı fiyata alamıyorsunuz. Gerekçe ise standart; Maliyetlerdeki artış…
Satın aldığımız her ürün ve hizmete son birkaç ayda yüzde 500’lere varan zamlar geldiği halde iktidar hala ve ısrarla Türkiye ekonomisinin başarılı olduğunu ve tüm dünyanın bunu takdir ettiğini savunuyor. İktidar temsilcileri ve yandaşları ortaya çıkan iki haneli hatta çoğu ekonomiste göre üç haneli enflasyona rağmen bir ekonomik krizin yaşanmadığını, fiyat artışlarının stokçu ve fırsatçıların aç gözlülüğünden kaynaklandığını iddia ediyor. Ancak onlar neyi savunursa savunsun, bizler krizi iliklerimize kadar hissediyor ve yaşıyoruz. Çarşıya, pazara, markete gitmeye korkar hale geldik. 100 liralık banknot artık cebimizdeki en küçük parayla eş değerde. Alım gücü 3-5 ay öncesinin 10 lirası kadar.
Bu kaosta stokçu/fırsatçıların payı yok mu, elbette var.
Fakat onlara bu zemini hazırlayan iktidar değil mi ?
Her kriz kendi zenginini yaratır. Bu değişmez ilke, yaşadığımız ekonomik krizde de kendini gösteriyor işte…
İpin ucu kaçtı. Bu iş nereye kadar gider, nerede sonlanır kimse bilmiyor. Zam sağanağı ne zaman duracak, hayat ne zaman normale dönecek, daha doğrusu normale dönecek mi onu da bilen yok. Çok ama çok derin bir buhran yaşıyoruz toplum olarak.
İnsanoğlunun başına musallat olan ya da musallat edilen korona belasından 2 yıl çektik.
Tam kurtulduk derken şimdi ekonomik koronayla mücadele ediyoruz.
Öteki öldürüyordu, bu süründürüyor…
Öteki zengin-fakir ayrımı yapmıyordu, bu direkt fakir fukarayı vuruyor…
Emekçinin, emeklinin maaşına binbir mücadeleyle üç kuruş artış sağlanıyor, daha bu artış maaşlara yansımadan, ceplere girmeden gerisin geri alınıyor, hem de iki üç katı fazlasıyla.
Yaşım 58, bugüne kadar birçok ekonomik kriz gördüm, yaşadım. 1980 öncesi hükümetleri, o dönem yaşanan krizleri de az çok bilirim. Lakin böylesine insanları yokluğa, yoksulluğa, çaresizliğe mahkum eden bir ekonomik krizi ne gördüm, ne duydum, ne yaşadım.
İnanın artık birilerinin televizyon ekranlarından, gazetelerden, sosyal medya hesaplarından yaptıkları, “Ülkemiz uçuyor, ekonomimiz iyi yolda, büyüdük-büyümeye devam ediyoruz” gibi açıklamalarına dayanamıyorum. Hele, “Çok büyük ülkeyiz, dünyanın her tarafındaki yoksullara, mazlumlara el uzatıyoruz” safsataları beni ifrit ediyor. Mescidin içi dururken dışı haramdır. Sen kendi insanını açlığa, yokluğa, yoksulluğa mahkum et, süründür, sonra bilmem hangi Afrika ülkesine el uzatıyoruz diye böbürlen. Böyle bir anlayışı kabul etmiyorum, etmeyeceğim. Kendi ülkemde beni sığınmacı konumuna düşürenleri de affetmeyeceğim.