Sabah anacığımla konuştum telefonda.
86 yaşında. Hasta.
Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu…
“Gurbetteki yavrum, seni göremeden göçüp gideceğim” diye gözyaşı döküyordu…
Teselli etmek istedim. Beceremedim. Yutkundum. Onu avutacak, teselli edecek bir kelime bulamadım.
Yıllardır gurbetteyim, ne yeğenlerimin düğünlerinde, ne onların çocuklarının doğumunda yanlarında olamadım.
Ne sevinçlerine, ne hüzünlerine ortak olamadım…
Hayat şartları işte.
Olmadı bir türlü, olmuyor da…
İçime sıla hasreti düştü yeniden...
Geriye, çocukluk yıllarıma gittim.
Çocukluğumda bugünkü gibi televizyon enflasyonu yaşanmıyordu. Bir tek TRT vardı, bir de radyolar…
En büyük eğlencemiz onlardı. Aynı zamanda dünyadan haber alabildiğimiz en önemli mecralardı. Herkes büyük bir ilgiyle dinlerdi. Bazen öyle yanık yanık türküler, bozlaklar çalardı ki, ağlatırdı gurbetlik çekenleri...
“Bir yiğit gurbete gitse, gör başına neler gelir?
Garip sılayı andıkça, yaş gözüne dolar gelir.”
Gurbette olan ya da gurbette yakını olan hüngür hüngür ağlardı bu yanık ezgileri dinlerken.
Malum, gurbet kültürü bizim toplumumuzda çok ama çok eskilere dayanır.
Asırlar öncesine…
Yeni yurtlar kura kura dolaşan bir millet olmuşuz asırlarca. Göçebelik genlerimizde var. Köyden yaylaya, kasabaya, şehre veya ülkeden ülkeye hep göçmüşüz. Gurbetçi olmuşuz hep.
Gurbet; içinde ayrılığı, hasreti, garipliği, uzaklığı barındıran bir kelime. Bir diyardan bir diyara giderken bazen sevdiklerimizi bırakmışız ardımızda. Buruk bir acı kemirmiş içimizi. Şiirler yazmış, ağıtlar dizmiş, türküler söylemişiz. Ne geride bıraktıklarımızı unutabilmişiz, ne daha ötelere gitmekten vazgeçmişiz. Yani ‘ne yardan geçmişiz, ne serden’…
Anadolu kültürümüz hasret üzerine, ayrılık üzerine, gurbet üzerine yoğrulmuş. Yumak yumak olmuş ilmekler, sabır sabır dokunmuş kilimler. Gurbet acısı içine düşmeye görsün. Pınar olur akar yaşlar, taa uzakları gözleyen gözlerden...
Gençliğimizin popüler müzik adamlarından Özdemir Erdoğan, “Bir de gurbet yarası var hepsinden derin, söyleyin memleketten bir haber mi var?” derken, Barış Manço, “Dağlar dağlar, Kurban olam yol ver geçem, sevdiğimi son kez olsun yakından görem” demiş. Türk müziğinin döneminin en güçlü seslerinden Yıldırım Gürses, “Gurbet o kadar acı ki ne varsa içimde, hepsi bana yabancı, hepsi başka biçimde” dizeleriyle tercüman olmuş gurbet acılarına…
Dedim ya, göçebelik bizim genlerimizde var. Bir şekilde her birimizin bir yakını var uzakta. Ya da biz uzak kalmışız yardan, sıladan, doğduğumuz topraklardan...
Kısacası Anadolu insanı gurbet acısını, hasretlik duygusunu hep yaşamış, hep taşımış üzerinde. Hiç dinmemiş, dindirememişiz gurbet acısını…
Bir nebze olsun külleyebilmek için gurbeti sılaya çevirmişiz sadece…
Harika olmuş. Duygusal, dramatik ve folklorik.