Bir program izliyordum. Birden başarılı insanların kısa kısa hikâyeleri yayınlandı. Bu hikâyeler arasında günümüzde oldukça büyük markalara ismini verenler de vardı.
Program boyunca ilgimi çeken şey, hiçbir büyük ve başarılı markanın doğrudan maddi destek ve eğitimle bir yerlere gelmediği oldu. Hepsinin geçmişinde dolu dolu sıkıntıları, acıları, zorlukları vardı.
Hepsi bocalamış, zarar görmüş, vazgeçme noktasına gelmiş ancak yılmadan, usanmadan yoluna devam etme kararı vermişti. Hepsi de maddi zorluklarla, insan karmaşalarına, ezici hükümlere, acımazsızca eleştirilere ve üretim planlama hatalarına göğüs gererek bugünlere gelmişler. Hatta birçoğu aile problemlerinden kaçarken farklı girişimlere ev sahipliği yapmış.
Sonuç; Başlarda zorlu geçen yolculuğun ortasındaki ışığı fark edip, kendi emeğine, potansiyeline güvenerek kat edilmiş bir hayatın getirisi ışıl ışıl başarı hikâyeleri.
Bir işe koyulduğumuzda hiçbir planlama yapmadan yola çıksak bile, zaman bize o yolda eğriyi, doğruyu, eksiği, fazlayı umursadığımız ve emek verdiğimiz oranda gösteriyor. Eleştirileri, yıkıcı dahi olsa birer tecrübe kaynağı olarak görüp, ayakta kalmayı becerebilenlere o yol gözüküyor.
Bu, hangi alanda olursa olsun başarıyı imkânlı kılan, gidilen yolda alınan kararlar neticesinde devamlılık sağlayan bir potansiyelin parçası haline getiriyor emek vereni.
Günümüzde farklı sektörlerden tutun da, öğrencilik hayatına dahi inen büyük bir sorunumuz olduğuna inanıyorum. Net kararlar vermekte zorlanan ve sürekli bölüm değiştirme merakı olan öğrencilerin yanı sıra, çalışma hayatında yaptığı işten zevk almayan, zevk alsa da maddi kaygılarla iş değişikliği düşünen insanların bütün edinimleri kocaman bir çıkmazın içinde sıkışıp kalıyor. Bırakın markalaşmayı, insanlar kendi hayatlarındaki öz başarıyı dahi yakalamakta güçlük çekiyor.
Sebep açık ve ortada aslında. Hemen bir şeyler sıkılıyoruz, hemen pes ediyoruz, hemen vazgeçiyoruz. Ucunu tutalım, bırakmayalım, istikrarlı olalım, ufak hedefleri gerçekleştirerek büyük başarıların yolunu aydınlatalım, diyemiyoruz. Kısa yoldan vadedilenekanıp, gerçek başarıları hep ıskalıyoruz. Sonra da o başarılı insanların hikâyelerine gıpta ediyoruz. Hatta öyle gıpta ediyoruz ki, “Aman Allah’ım benimle aynı sorunları yaşamış. Rağmenlerle devam etseydim, ben de böyle düşünseydim şimdi şurada şunu yapıyor olacaktım” larla avunuyoruz ve yavaşça kumandayı bir kenara bırakıyoruz.
Sonra mı? Onca hevesin ardından sıkıcı ve başarıya aç hayatlarımıza geri dönüyoruz.