Geçtiğimiz hafta sonu kardeşimin nişanı dolayısıyla İstanbul’ a gittim. Sabiha Gökçen Havalimanı’nı kullandım. Pandemi süresi, çocukların okulu derken uzun zamandır şehir dışına çıkmıyordum. İlk fark ettiğim iç hatlar tarafı aşırı kalabalıkken, dış hatlarda in cin top oynuyor neredeyse. Boyuna iç hat yoğunluğu mevcut. Dışarı giden yok anlaşılan…
Büyük bir özlemle İstanbul’a vardım. Avrupa yakasına geçtik. Nişanımız Gaziosmanpaşa’da oldu. Üç-dört senede ne kadar da değişmiş buralar. Nişan hazırlıkları, koşturmaca tatlı telaşlardı. Buraya kadar gelmişken bir de Taksim’i görmeden gitmeyelim dedim bizimkilere. Nedense beni caydırmak için ellerinden geleni yaptılar. ‘Taksim artık o eski senin bildiğin Taksim değil’, dediler. Gerçekten de eski Taksim sokaklarından eser kalmamış. Caddelerde Türklere rastlamak bile zor hale gelmiş. Garip insanlarla dolmuş bütün bir semt.
Her yerde Arapça tabelaları olan dükkânlar türemiş. Öyle birkaç tane filan değil yani kafanızı çevirdiğiniz her yerde farklı dilde tabelalar… Çalışanlar da yabancı, Suriye, Arap ve Afgan halkından insanlarla dolu sokaklar. Türkçe tabela aradı gözüm kendi ülkemde, kendi memleketimde.
Son zamanlarda Antalya’ya gelen göçün haddi hesabı yok sizler de şahit olmuşsunuzdur. Güzeloba- Lara tarafı hep Rus plakalarla dolu. Rusça yazılı butik isimleri, kuaförler, güzellik uzmanları ve Rus uyruklu çalışanlar. Hadi daha öncesinden turizm şehri olunca az biraz da olsa alışmıştık, Ukraynalı ya da Rus vatandaşlarını görmeye ancak yerleşik vaziyette sürekli görür hale gelmek başka bir şey.
Bir de gelen aileleri dilimizi de bilmiyorlar ciddi bir iletişim sorunu yaşıyoruz karşılaştığımız zaman.
İstanbul’da da ortalığı yabancı uyruklu tatlıcılar, butikler sarmış. Bildiğin bizim memleket olmaktan çok daha uzağa gitmiş durumda. Tanıdık butikler kapanmış, yabancı taksiciler türemiş, marketlere hiç bilmediğimiz farklı ambalajlı Arapça yazılı markalar gelmiş. Gözlerime inanamadım. Söyleniyordu ama direkt yerinde şahit olmak başka bir boyut kazandırıyor insana.
Diyeceğim şu ki, ben uzun bir aradan sonra şehir dışına çıktığımda özlemle kucaklayacak insanımı, kapısından geçerken selam vereceğim tanıdık esnafımı istiyorum. Ben memleketimi tanınmaz halde görmek istemiyorum. Misafirlere kapımız sonuna kadar açık, insanlığımız ve misafirperverliğimiz dünya üstünde tek. Ancak misafir eve yerleşme çabasındaysa, öyle koltuğun yerini değiştirip, perdeleri çıkarıyorsa, alt komşuyla problem yaşatıp, üst komşuyla dalaşıyorsa, misafirlik de bir yere kadar.
Henüz bize alışamamış, dilimizi konuşamamış, asimile olamamış ve kendi kültürünü yayma çabasıyla hareket eden kimseyi misafir olarak görecek halimiz kalmadı.
Kendimize yeteceğimiz zamanlarımız olacaktı güya.
Kendimiz kalmayınca mı yeteceğiz bir başkalarına!