Akşam mesai bitimine yaklaşırken, Milli Egemenlik Caddesi üzerinden Güllük’ e doğru yürüyorum. Yanımda birkaç arkadaşım ve çocukları var. Hava güzel, kuş sesleri cıvıl cıvıl. Gün yüzünü henüz dönmemişken, minik adımlarla yürüyor, bir taraftan da uğrayacağımız yerleri konuşuyoruz.
O sırada çocuklardan biri birden çığlık atarcasına, ‘Bu da ne böyle!’ diye bağırdı!
Neye uğradığımızı şaşırmıştık ki, kafayı çevirince nereye uğradığımızı şaşırdık. Milli Egemenlik Caddesi’nin bitiminde suyun kenarında bir park ve hemen arkasında da kahvehanelerin bulunduğu alandayız, 150 m sonrası Güllük Caddesi. Dört beş adet gömülü çöp konteynırının etrafı yığınla pislik içinde. İlkokul çağlarındaki çocukların bu denli dikkatini çekip çığlık attıracak noktaya getiren şey, akıl almaz ölçüde PİSLİK.
Sanırsınız ki çöp boşaltım yerindesiniz. Belli ki konteynırlar ya dolmuş artık almıyor, çöpler dışına bırakılıyor ya da o kadar beyin yoksunu insan, çöplerini konteynırın içine değil, parkın olduğu alana döküyor! Her iki türlüsü de işkence gibi. Parkın girişi olunca birkaç oynayan çocuk da görüyoruz. Etraftadağılmış şekilde duran, kullanılmış yüzlerce galoş, lateks eldivenler, yemek artıkları, bayatlamış onlarca ekmek, kusmuk, bebek bezleri, hasta bezleri, eskimiş kırılmış eşyalar ve daha neler neler var.
Kenarda telefonla görüşen genç bir kardeşimiz bizim telaş içinde çöplere baktığımızı görünce telefonu kapatıp yanımıza doğru yaklaştı. Bu durumun her gün yaşandığını, bu çöplerin yazın ciddi koku yaptığını, esnafın ve vatandaşın da durumdan oldukça şikâyetçi olduğunu dile getirdi. Çevre esnaf, çöp toplamaya gelen görevlilere de defalarca buranın durumundan bahsetmişler ancak belli aralıklarla toplanan çöplerin dışında servise gelemeyeceklerinin bilgisini almışlar. Muratpaşa Belediyesi’nin turunç masasına ulaşmaları için iletişim numaralarını verdikten sonra oradan hızlı adımlarla uzaklaştık. Tam giderken yabancı uyruklu vatandaşların uzaktan ellerindeki pet şişeleri çöplük olarak görünen park alanına fırlattıklarını gördük. Kırmızı ışığa yaklaşmıştık, uyarmak için geri dönemedik. Sürekli olarak çevre temizliği konusunda farkındalık geliştirdiklerini düşünen, yeri gelince bizleri eleştirip, Avrupalı geçinen bu insansı varlıkların çöp yığınına ekleme yapması da ayrıca içimize battı.
Hadi dönüp uyardık diyelim. Alacağımız cevap açık ve netti. ‘Çöplerin olduğu alana çöp attık kardeşim, binlerce çöpün, pisliğin içine girip konteynırı nasıl açacağız. Belediyeniz çalışmıyorsa bu sizin probleminiz!’ deyip geçeceklerdi.
Evet, bu bizim problemimizdi. Uyarı yapacaksak, tencere dibin kara, seninki benden kara dedirtmeden, iğneyi ele batırmadan önce çuvaldızın tadına bakacağımız bir düzenimiz olması lazım. Bir fotoğraf karesi, sadece o bölgeyi değil, Antalya’yı kirli yapacaktı, sadece bir ili değil, Türkiye’yi pislik içinde bırakacaktı. ‘Çamur atsın izi kalsın’dan korkan bir milletken, çamur bile bu kadar çöpün içinde masum kalacaktı.
Antalya’nın her bir semti bizim, her mahallesi hepimizin aynası. Her belediye kendinden sorumlu gibi görünse de Antalya bir bütün. Bu memlekete biz sahip çıkmazsak, bugün ‘yalan nedir, siyaset nedir, hangi belediye nereye bakar’ ı bilmeyen çocukların korkunç bir manzara olarak nitelendirdikleri durumu, elin milleti nasıl değerlendirir varın siz düşünün!