Bir medeniyet mirasyedisi olarak bizler, yıllar boyu Batılı dostlarımız alınmasın diye hazinelerimizi gizlemişiz. Bir süre sonra gizlediklerimizi kendimiz de unutmuşuz. Zenginliklerimiz öylece dururken gözümüzün önünde bir yabancının değerlerini takdis eder, hayranlığımızı dile getirir duruma gelmişiz. Nihayetinde Cemil Meriç’in tanımlamasıyla genç bir cüce, ihtiyar devi papağanlaştırmış.
Bize öğretilen ithal toplu fikirler kitabını okuyup durmuşuz yıllarca. Bir papağan misali kitapta yazılanları tekrar etmeye alışan bir neslin gençleri ne yapmalı peki? “Eğitim şart, çocukları eğitelim.” İyi ama nasıl?
Eğitim gerçeklerin öğretilmesi kadar sıradan bir eylem değil. Düşünmek için aklın ehlileştirilmesidir, eğitim-öğretim dediğiniz şey. Öyleyse gençlere ne bilmeleri gerekiyorsa onu vermek yerine öğrenmeyi öğretmek lazım. Çocuklara “kendi başına düşünmeyi öğretmek” lazım. Soran, sorgulayan, okuyan, araştıran, tartışan, konuşan nesiller için yola çıkmalıyız. İkna olmaya hazır, verileni kabul eden değil; anlamak için çabalayan ve kabul ettiğini içselleştiren bir gençlik için uğraşmalıyız.
İşte tam da bu düşünceler içindeyken daha dün akşam Antalya İl Millî Eğitim Müdürlüğü’nün sosyal medya hesabında bir münazara yarışması dikkatimi çekti. İngilizce ve Türkçe iki türde yapılıyordu. Kendilerine verilen bir konuda tartışabilen gençleri görmek çok memnun etti beni. Sonra Millî Eğitim’in sayfasını biraz daha inceleyince çok çeşitli konularda farkındalık oluşturduklarını gördüm. Salgın dönemi şartlarına uygun öyle güzel işler yapılıyor ki… Bunlardan biri çalışma alanım olduğu için çok etkiledi beni. “İstiklal Marşı’nın 100. Yılında 100 Etkinlik” projesi. Millî marş toprağın sesidir. Atasının torununa kanıyla canıyla geçmişten haykırışıdır: “Sesimi duy; sahip olduklarının kıymetini bil ve sen de sahip çık” demektir.
Bu çalışmalar kapsamında bir de 08-09 Nisan tarihlerinde online olarak yapılacak bir sempozyumu paylaşmak istiyorum sizlerle. Türkiye’de ilk defa yurdumuzun çeşitli yörelerinden lise öğrencileri Türkiye Türkçesi’ni tartışacak. Üniversiteden akademisyenlerin de oturum başkanlığı yapacağı bu sempozyum gençlerin Türkçe duyarlılığı ve dile bakışı açısından son derece önemli. Bununla birlikte programın açılışında Türk Dil Kurumu Başkanı Sayın Prof. Dr. Gürer Gülsevin’in gençlere seslenecek olması, bir oturumda Türk Dil Kurumu Ağız Araştırmaları Kolu Başkanı Sayın Prof. Dr. Leyla Karahan’ın gençlere sahip oldukları dilin zenginliklerini anlatacak olması çok değerli bulduğum hususlardan. Neriman-Erol Yılmaz Sosyal Bilimler Lisesi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilecek olan bu bilimsel atmosfer tam da arzu ettiğimiz araştıran, yorumlayan ve sorgulayan gençliğe giden yollardan biri. Az önce sözünü ettiğim o gizli hazinelerin görünür olması adına ne kadar değerli bir çalışma.
Bu noktada hakkını teslim ederek bütün bu çalışmalara imkân hazırlayan İl Millî Eğitim Müdürü Sayın Hüseyin Er ile ilgili bir tespitimi de paylaşmam lazım. Bu yıl Antalya’nın Fethi programlarını hazırlarken kendisi ile ilk görüştüğümüzde, özellikle bütçe ve imkânlar konusunu değerlendirirken kurduğu şu cümle niyetini ve hedefini göstermesi açısından önemliydi: “Hocam mesele medeniyet şuuru ve gençler ise bütçe konusunu tartışmaya gerek yok, elimizden geleni yaparız.”
Bu yaklaşım bana iki şeyi düşündürdü: İlki “imkân olsa biz de yapmak isteriz, bütçe yok” diyerek her şeyi devletten bekleyen zihniyet. İkincisi de “her şartta eğitim için imkân yaratılır” diyen zihniyet.
Goethe ne güzel diyor: “Eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsanız bir de cehaletin bedelini hesaplayın.”
“Antalya İl Millî Eğitim Müdürlüğü ne yapıyor?” diye sormuştum ya yazımın başlığında, gördüğüm kadarıyla Ziya Öğretmenin eğitime verdiği değeri önemseyen Hüseyin Öğretmen, kendi öğretmenine ve öğrencisine değer vererek çalışıyor. Onun verdiği değeri gören Antalya öğretmenleri, dalga dalga geleceğin Türkiye’sinin gençlerine yol açıyor. Bence şu sıralar Antalya İl Millî Eğitimi “değer ver ki yaşasın” diyor.