8 Mart Dünya Kadınlar Gününde kadına ve haklarına dair söylenecek çok şey var elbette. Ancak ben bu yıl savaşın kadınlarını anlatmak istiyorum sizlere. Rusya Ukrayna üzerinden üzülerek takip ettiğimiz bir savaşın ortasındayız. Öldürülen yine insan değil insanlık. Tıpkı bundan önce yaşanan savaşlardaki gibi. Ama bu sefer bir fark var. Öldürülen sarışın ve renkli gözlü olunca “değerli kurban” ilan edilip Avrupa tarafından canla başla sahip çıkılırken yıllardır zulüm gören esmerlere “değersiz kurban” muamelesi yapılması. Bu, çıkarılacak en önemli ders belki de.
“Değersiz kurban”lara verilebilecek örnek çok tabi. Lakin ben bu 8 Mart’ı onlara adayarak Bosnalı kadınları anacağım. Yıl 1992, Bosna’da karanlık sabahların doğmaya başladığı gece sessizliğini çığlıkların bozduğu silahların konuşmaya başladığı bir yıl... Karşılıklı güven ve saygı ülkesi Bosna’nın nefret, açlık, işkenceler ve ölümler ülkesine dönüştüğü bir yıl. Bosna’da uzun sürecek bir kâbusun başladığı ve dünyanın seyirci kaldığı bir yıl... 1992-1995 yılları arasında yaşanan Bosna savaşında yüzbinlerce insan katledilmiş, esir kampları oluşturulmuş, erkekler, kadınlar, çocuklar ve yaşlılarla dolmuş, mülteciler dört yana dağılmıştı. Aileler parçalanmış, evler yakılmış, yaşam alanları yok edilmişti. 1992 yılının sonlarına doğru Boşnaklar üzerinde geçekleştirilen kıyımlardan çoğu tamamlanmıştı. Sonra Müslüman kimliğini yansıtan tüm kültürel varlıkların yok edilmesi başlıca hedeflerden biri olmuştu. Bosna’da savaş boyunca 1200’ün üzerinde camii, mescit ve tekke yakıldı, yıkıldı...
Bosna savaşında ölenlerin sayısı hakkında 100 bin ile 300 bin arasında değişik rakamlar var. 2006 yılının sonuna kadar içinde beşten fazla kurbanın bulunduğu 354 toplu mezar tespit edildi. Bunun dışında çok sayıda bireysel ve daha küçük toplu mezarlar da var. Şimdiye kadar en büyük toplu mezar Srebrenitsa’da bulundu. Bu mezarda tam 1154 kişinin kalıntıları vardı.
Boşnaklar en büyük trajedilerden birini esir kamplarında yaşadı. Tespit edilen esir kampları ve esir kamplarına dönüştürülen ceza evlerinin sayısı 652. Okullar, spor salonları, fabrikalar, depolar, oteller ve benzeri yerler esir kamplarına dönüştürülmüştü. Bu kamplarda 200 bine yakın sivilin esir tutulduğu tahmin ediliyor. Siviller herhangi bir suç işlemeden, sırf etnik kimliği yüzünden bu kamplara götürüldü. Esir kamplarında ölenlerin veya hâlâ kayıp olarak gözükenlerin sayısı ise yaklaşık 30 bin kişi. Aslında bu kamplarda kalanlar en çok ölmek için dua ettiler. Çünkü ancak ölüm dayanılmaz fiziksel, psikolojik ve cinsel işkencelere son veriyordu.
Savaş yıllarında asıl trajediyi ise Boşnak kadınları yaşadı. Kadınlara ve kız çocuklarına sistematik bir şekilde tecavüz edildi. Bu amaçla bazen oteller, özel evler kadın toplama kamplarına dönüştürülüyordu. Reşit olmayan kız çocukları ve ihtiyar kadınlar bile kurbanlar arasında yer aldı. Çoğu durumda kadınlara çocukların gözleri önünde tecavüz edildi. Boşnak kadınlara cinsel sapıklık nedeniyle değil, savaşın genel amacı doğrultusunda verilen talimatlarla tecavüz edildi. Savaş kurbanı kadınlar derneği başkanı BakiraHaseçiç, yaklaşık 25 bin kadına tecavüzle ilgili belgelere sahip olduklarını söylüyor. Ve ekliyor: “Çetnikler Boşnak kadınlarına tecavüz ederken ‘Seni pis Müslüman kadını bundan sonra Çetnik çocuğu doğuracaksın.’ diyordu.”
Peki bugün her yönüyle Ukrayna’ya desteğe uğraşan Avrupa o gün ne yaptı dersiniz? Tek yaptıkları Bosna’daki savaşı lokalize etmek ve bölgenin başka yerlerine sıçramasını önlemekti. Bosna savaşının durdurulmaması güç ve imkân yetersizliğinden değil isteksizliktendi. Batılılar görünürde bir şeyler yapmaya çalışıyorlar gibiydi. Her zamanki gibi toplandılar, üzülmüş göründüler, kınadılar ve dağıldılar sonra. Gerçekte Bosna’yı ve Boşnakları ölüme terk ettiler.
Geçen gün Antalya Bilim Merkezi salonunda savaşlara karşı olmanın gerekliliğini Antalyalılara ve gençlere yaptığımız “Aliyaİzzetbegoviç ve Bosna Hersek Soykırımı” konferansımızla anlatmaya çalıştık. Salondaki gençlere “Yahudi Soykırımını duydunuz mu?” diye sorduğumda çok büyük bir çoğunluk evet derken “Bosna Hersek Soykırımı peki?” dediğimde gençlerden ses çıkmadı. İşte tam da bu noktada aynı değerli değersiz denklemi ve bir de bizim eksikliğimiz ortaya çıkıyor.
Gençlerimize tarihte yaşananları daha çok anlatmalıyız. Savaşların renk, dil, din, ırk ayrımı yapmaksızın insanlığı öldürdüğünü bildirmeliyiz. Hafızalarını diri tutmalıyız. İnsanın geçmişle bugünü, bugünle de geleceği var edeceğini öğretmeliyiz. Ve belki de en çok İsmet Özel’in dediği gibi “Daha esmer/Daha kan kusturucu” olanı değersiz, sarışını değerli yapan bütün sistemlere karşı çıkmaları gerektiğini kazımalıyız zihinlerine.
Yeryüzündeki en ağır suç, evladını gönlüne gömen bir annenin ahıdır. Ne yer ne gök ne dağ en taş ne kurt ne kuş ortak olur bu suça. Bir tek insan çekinmez bu ağır yükün altına girmekten. Ne yazık!
8 Mart Dünya Kadınlar Gününde Bosna annelerini ve savaşlarda evlatlarını kaybeden bütün anneleri saygı ile selamlıyorum.