Yıllar da insanlar gibidir; anılar biriktirirler. Ve bir bellek gibi toplumlara çeşitli travmaları hatırlatırlar. 1960 yılı öyledir mesela. 1971, 1980 yılları öyledir. Milletin iradesine darbe vurulan bu yıllar ne çok hüzün taşır bugüne. Ben gözünü 80 darbesine açan çocuklardanım. Yaşananları hatırlamam mümkün değil. Ancak bu öyle şiddetli bir sarsıntıdır ki toplumun ciğerlerine kadar sinmiş, yıllar geçse de inatçı bir öksürük gibi kesik kesik kendini hatırlatıp durmuş. Çocukluk yıllarımda karanlık bir anı olarak sık sık çevremden dinlediğim darbe hikayeleri liseli yıllarımda yerini farklı bir bilinçlenmeye bırakmıştı. Rodrigo’nun Gitar Konçertosu eşliğinde Deniz Gezmiş’e üzülüyordum. Hem de çok içten. Sonra Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Necdet Adalı… Yaşı büyütülüp idam edilen Erdal Eren. Ve sonra sarsıcı bir farkındalıkla tanıdığım Mustafa Pehlivanoğlu. Artık darbeler benim gözümde sağ-sol kavgası değildi. Ortada milletin başına inen bir yumruk vardı. Ezilen, milletin evlatlarıydı, milletin ta kendisiydi.
Sonra 80 darbesine doğan bizler 28 Şubat ile bu sefer kanımızla canımızla çok yıkıcı ve yakıcı bir süreci bizzat yaşadık. Bu ülkenin travmaları 10 yılda bir tekrarlanırdı sevgili gençler. Gün olur Ahmet Arif hayal ederdi demir parmaklıklar ardında: “Dağlarına bahar gelmiş memleketimin.” Sonra Nazım ince bir sızı gibi seslenirdi sevdiğine: “Ne güzel şey hatırlamak seni/hapiste/ve yaşım kırkı geçmişken.” Gün olur Necip Fazıl, Mehmet’ine dört duvarı “Zindan iki hece Mehmedim lafta” diye başlayan ve sonsuzca uzayıp giden cümlelerle dillendirirdi. “Güneşimi kapatmayın/Beton çok soğuk üşüyorum” dese de davasına adanmışlığı ile bugünü ısıtan Muhsin Yazıcıoğlu yankılanır hala gönlümüzde. Sonra hepimiz bir ağızdan feryat etmek isteriz Osman Yüksel Serdengeçti’nin sesiyle: “İster beni hoşgörün ister vurun öldürün/İster bir cani gibi zindan da süründürün/Yeter artık illallah şu yangını söndürün.” Anlayacağınız siyasi görüşünüz, davanız ne olursa olsun demokrasiye vurulan darbe herkesin başına iner.
İşte tam da bu yüzden darbe hafızasını yıllar üzerinden kodlamamıza rağmen 15 Temmuz’u bizzat gün ve ayı ile geleceğe bırakıyoruz. 60-71-80 darbelerini sadece yıl hatırası üzerinden anımsarken her 15 Temmuz bize bir dirilişi hatırlatacak. 2016 darbesi değil 15 Temmuz zafer günü olarak anacağız bugünü. Sevgili gençler, özellikle siz unutmayacaksınız millete inen bu hain darbeyi. Bugünü bir anı olarak değil; ruhunuzla yaşadığınız bir yeniden kurtuluş olarak aktaracaksınız geleceğe. Çünkü mesele zafer kazanmak değildir; onun hafızasını kurmak ve unutmamaktır. Bu yüzden şanlı tarihimize altın bir sayfa olarak eklediğimiz bu aydınlığa uzanan karanlık gecenin nağmesi yüzyıllar boyu sürmeli.
15 Temmuz’u şehitlerimizi rahmetle yad ederek, geleceğe namlı bir yürüyüş edasıyla alnımız ak, başımız dik selam durarak anmalıyız. Bu konuda ülkemizin her yerinde birçok faaliyet yapılıyor. Ancak bunlardan beni en çok etkileyeni bizzat gençlerin yaptıkları. Dün Akdeniz Üniversitesi Olbia Sanat Galerisinde Akil Öğrenciler Topluluğunun gençleri bir anma düzenledi. Sevgili Abdülkadir Göç’ün davetiyle ben de oradaydım. Sıfır atık projesi kapsamında üniversite öğrencilerinin atık camlardan yaptığı 15 Temmuz temalı sergi beni çok etkiledi. Direnişi ete kemiğe büründüren Ömer Halis Demir’i, tankları adeta ezen bayraklı elleri, köprüler yarıp geçen halk selini gençlerin hislerinden izledik sanki. Yaşatmak için yaşamaktan önce ruhunda duymak gerekir. Bu gençler 15 Temmuz ruhunu öyle yakalamışlar ki işte bu duyuş millet iradesinin ta kendisi benim için.
Gençler toplumun nüvesidir. Onların ruhunda yaşayan her değer medeniyete bir cümle olarak düşer. Geleceğe iz olur yol olur. Bir toplumun gençliği, o toplumun gemisi gibidir. Pusulasız, istikametsiz, hedefsiz, gayesiz bir genç nesil toplumu da belirsizliğe taşır. Medeniyet değerlerinden, kavramlarından, medeniyet hafızasından yoksun olan gençlik papağanlaşır. Kendine söyleneni tekrar eder durur. İşte tam da bu yüzden özellikle üniversiteler medeniyetin kalbinin attığı yerler olmalıdır.
Belirtmeliyim ki üniversitemin gençlerinin hazırladığı bu anlamlı sergi beni duygulandırmanın yanı sıra bir kez daha umutlandırdı da. Hafızasına sahip çıkan bu ülkenin çocukları nasıl tankların üzerine yürüdüyse aynı cesaretle ülkelerine uzanacak kirli elleri kırmasını da bilecektir. 15 Temmuz karanlığını aydınlatarak onar yıllık travmaları sonsuza kadar tarihe gömen bu milletin yıldızlı semaları her tülü karanlığı boğacaktır.
Dün “Çanakkale Geçilmez” diye destan yazan atalarım rahat uyuyun! Bugün torunlarınız “Türkiye Geçilmez” diye inletiyor dünyayı.
Türkiye’nin semalarında birer yıldız olan güzel gençler selam olsun size. Karanlıkları boğan bu halkın ruhu, yolunuza ışık olsun. Sizlere ülkeme sarılır gibi sarılıyorum.