Bu yıl Cumhuriyetimizin 98. yılını coşkuyla kutladık. Valilikler, belediyeler ve özellikle sosyal medyada Cumhuriyet’e dair kutlama mesajları yayınlanırken çok içten cümleler ve kavramsal tanımlamalar dikkatimizi çekti. Herkes önce kendine göre “Cumhuriyet” ne demek onu anlattı sonra “kutlu olsun” dedi. Nedendi bu tanımlama çabası dersiniz? Çünkü insanlar kutuplaştırmalara alet olan tanımlardan, nefret söylemlerinden bıktı. Sevgiyle, birlik beraberlik ruhuyla, aşkla, geleceğe umutla bakmak ve Cumhuriyetimizi bu duygularla tanımlamak istedi insanlar. Benim bu ortamda iki şey dikkatimi çekti.
İlki Diyarbakır’dan duyulan o içten ses: “98 Yıldır Gözümüz Gibi.” Valiliğin bu dört kelimelik mesajı o kadar samimi, aidiyet barındıran, bizden bir duruşu gösteriyor ki içiniz ısınıyor. Diyor ki Diyarbakır, “98 yıldır bize bırakılan emanetlere gözümüz gibi bakıyoruz… Sevgiyle, birlik beraberlikle, değerlerimizden vazgeçmeden yürüdüğümüz yoldaki emanetler bizim başımız gözümüz üstünedir.” Bu sahip çıkışı millet olarak da sahipleniyoruz.
İkinci husus da Alanya’daki bir ziyaretimde görüştüğüm Bilge Hanım’ın anlattıkları. İncelik eseri bir kadın Bilge Hanım. Bir otelde çalışıyor. İçinde gül yaprağı bulunan bir bardak su ikram ediyor önce. Alanya’da eskiler küçük bir çam dalı koyarmış suyun içine. Hem ferahlık versin hem de hızlı içilmesin de insanı rahatsız etmesin diye. İşte bu inceliği bambaşka yorumlamış sevgili Bilge Hanım. Sonra anlatmaya başlıyor, gözleri uzakta, yarı buğulu. Belli, yıllar geçmiş yarasının üzerinden ama kabuk tutmamış, ince ince kanıyor bir şeyler.
Ağabeyi Kadir Barsan 1982 yılında askerliğini şoför olarak yapmış. Bir gün operasyona giderken kullandığı askeri cip devrilmiş ve Kadir şehit olmuş. Aile biricik oğullarının şehadet haberiyle yıkılmış tabi. Ama keşke acıları sadece burada kalabilseymiş. -mişli geçmiş zamanın tüm katılığı gelip dayanıyor Bilge Hanım’ın boğazına. Diyor ki “Şehit sayılmadı Kadir Abim. Bir süre sonra devletten bir kâğıt geldi. Devrilen cipin parasını istiyorlardı. Biliyor musun Bedia Hanım, dökülen benzinin parasını bile aldı devlet.” “Bu hangi devlet?” diyorum öfkeyle. “Benim devletim bu olamaz. ” diye geçiyor içimden. “Kenan Evren dönemi.” diyor tepkisizce. “Bizim devlet” demeye dili varmıyor onun da. Sadece Kenan Evren dönemi demekle yetiniyor. Zaten yokluk yoksulluk içindeki baba bir yandan evladını toprağa verirken bir yandan da neyi var neyi yoksa satıp devlete borç ödüyor. Mertçe, alnı dik, bütün borcu ödüyor zavallı adamcağız. Sonra şehidin annesi bir sandığa koyuyor oğlundan kalan asker kıyafetlerini, Kur’an’ını ve uğruna can verdiği Türk bayrağını. Bir de en üste kocasının devlete ödediği cip ve benzin paralarının makbuzlarını. Kapağı kapatıyor sessizce: “Vatan sağ olsun.” Ah teyzeciğim vatan sağ olsun tabi de peki ya devlet?
2005 yılında tesadüfen iki kişinin konuşmasına şahit oluyor Bilge Hanım’ın ablası. Benzer bir durumda toprağa verdikleri şehitlerinin hakkını yıllar sonra devletin nasıl verdiğini anlatıyor konuşanlardan biri. Hemen müracaat ediyorlar. Sandık açılıyor, makbuzlar çıkıyor ve devlet aileye hem o dönem ödedikleri paraları veriyor hem de Kadir’i şehit kabul edip tüm haklarını teslim ediyor. Aile elbette evlatlarının yokluğuyla hala perişan. Ama en azından uğruna can verdikleri devletlerinden gördükleri vefa ile mutlular. Bilge Hanım, bu sefer yarı umutlu bir tebessümle bakıyor: “Vatan sağ olsun.” Konuşmanın başından beri daralan ruhum ilk kez biraz ferahlıyor: “Vatan da sağ olsun bu sefer devlet de sağ olsun Bilge Hanımcığım.” diyorum.
İşte tam da bu yüzden bence Cumhuriyet, şehit sandıklarına borç makbuzları yerine al kana sarılı Türk bayrağını “Vatan sağ olsun.” diyerek koyabilmektir. Cumhuriyet, emanetlere gözümüz gibi bakmanın adıdır.
Cumhuriyetimizin 98. yılı kutlu olsun. Vatan sağ olsun, devlet var olsun, millet aziz olsun.