Sevgili okuyucu, muhtemelen şimdi diyorsun ki “Hayati İnanç’ı tanıyoruz da bu Berktay kim?” Berktay, modern dünyanın biricik gerçeği. “Slm”, “Nbr?” harfleri arasında dili boğazına kaçmış, sosyal medyaya gömülü bir zihin dünyasıyla, üzerinde adı yazılı kahvelere müptela, attığı her adımı sanal ortamda ifşa ederken çoklu bir yalnızlık yaşayan biricik gencimiz. Eh, âşık olmak onun da hakkı. Sevda vuracak başına. Sonra birden bire şair olacak genç adam. Her ortamda aşkını satırlara dökecek. Bakın mesela şöyle:
“Aşk insanın kalbine sevdiğini tıka basa doldurması gibidir, arada boşluk kalmaz.”
Peki, bu Berktay’la karşılaşsa Hayati İnanç, ne derdi? “Artistlik yapma Berktay. Bir laf arıyorsan aşka dair; sözün süsü, süsün adabı bak, senin dedelerinde.” Sonra da aruz vezninin ahengiyle başlardı söylemeye:
“Cihânı hiçe satmaktır adı aşk
Döküp varlığı gitmektir adı aşk” (Eşrefoğlu Rûmî)
(Dünyayı hiçe satmaktır adı aşk, bütün varlığı döküp gitmektir adı aşk.)
Sonra bir de bakmışız Berktay terkedilmiş. Fiyakalı cümleler hazır yine:
“İçimde hiç düşmeyen bir kan ateşi. Kalbimden çıkardım bütün terk edilmişlikleri.
Geriye kalabalık bir yalnızlık kaldı sanki. Gözlerim kendi parıltısında unuttu ışığını.
Söyle sevgili! Hiçbir şeyi olmayandan nasıl çaldın her şeyini?” (Kahraman Tazeoğlu)
Üstat, incecik bir gülümsemeyle bakıyor uzaktan ve Mihrî’den bir ses duyuruyor genç adama:
“Bed-duâ etmezem ammâ ki Huda’dan dilerim
Bir senin gibi cefâ-kâra hevâ-dâr olasın” (Mihrî)
(Beddua etmiyorum sana lakin Allah’tan dilerim senin gibi cefa çektiren birine sen de âşık olasın.)
Hızını alamıyor Hayati İnanç, bir de Nedim’i çıkarıyor sahneye:
“Tahammül mülkünü yıkdın Hülâgû Han mısın kâfir?
Aman dünyâyı yakdın âteş-i sûzan mısın kâfir?” (Nedim)
(Tahammül ülkesini yıktın Hülâgû Han mısın kâfir? Aman, dünyayı tutuşturdun, yakıcı ateş misin kâfir?)
Berktay’daki bu sitemli laflar, bir süre sonra yerini özleme bırakıyor tabi ve hemen sarılıyor edebiyata:
“Çayı açık severim ama seni çok koyu sevdim ben. Gel hadi gel, gidersen üşür içimdeki yanan adam.” (Ahmet Batman)
Bu sefer Berktay hızını alamıyor ve bir yakıcı laf daha paylaşıyor:
“Bir kişiyi gideceğini, canını acıtacağını, seni milyon kez kıracağını bile bile sevmek! Aynen diyetteyken pasta yemek gibi... Sonrası vicdan, sonrası kendine acıma, kızma, zamanı geri alsaydım derdi, sonrası pişmanlık...” (Pucca)
Hayati İnanç büyük bir sabırla cevap vermeye devam ediyor:
“Gittin ammâ ki kodun hasret ile cânı bile
İstemem sensiz olan sohbet-i yârânı bile” (Neşatî)
(Gittin; fakat canı hasretle beraber bırakıp gittin. Ben sensiz olan dostlar sohbetini bile istemem.)
Üstat bakıyor ki Berktay filozof olma yolunda ilerliyor, dayanamıyor ve koyuyor son noktayı:
“İdrak-i maâlî bu küçük akla gerekmez
Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.” (Ziya Paşa)
(Bu küçük akıl idrak edemez, çünkü bu terazi bu kadar yükü çekemez.)
Sevgili okuyucu, Klasik Türk Edebiyatına olan sevdamız kanatlandıysa, Hayati İnanç’la yolumuz kesişti diyedir. Pazartesi günü EĞİTİM-BİR-SEN ile TUGVA işbirliğinde Antalya’da bir program yaptı üstat. Daha doğrusu gönül, aşk içre aslını özledi, kelamıyla hasreti gidermek Hayati İnanç’a düştü.
Erdem Bayazıt Kültür Merkezi’nde bırakın oturacak yeri, ayakta duracak boşluk bile yoktu. Bir o kadar da dışarıda bekleyenler, dönmek zorunda kalanlar vardı. Yaşlı amcalar, kucağında bebeğiyle kadınlar, öğrenciler… Her gruptan insan. Bunca sevgi neden diye sormadan edemedim. Sahnede tüm samimiyeti, inceliklerle örülü gönül dünyası, olgun mizahı ve beyitleri adeta kaldırıp yürüten ahengiyle bir adam duruyordu. Ne şarkı söyledi ne dans etti ne de komedi yaptı. Bir tek, divan edebiyatının eşsiz beyitleriyle ruhumuzu karşısına koydu ve ona “insan olma derdini anlattı.” Bizim olan değerleri bize gösteren bir gazeller güzellemesiydi üstat.
O okudu; Antalya sokaklarından portakal çiçeği kokuları çıkıp geldi ve salonu doldurdu. O anlattı; Arapbülbülleri nağmeye durdu Konyaaltı’nda. O aşkla inledi; Akdeniz Üniversitesi’nin bahçesinde bir nergis gönül koydu üstada: “Üniversitemizde de görmek isteriz sizi” diye. Velhasıl üstat Antalya’dan geçti; Berktay sosyal medya hesabına bir not yazdı:
“Bu âlem sanki oddan bir denizdir
Ona kendini atmaktır adı aşk” (Eşrefoğlu Rûmî)
(Bu dünya sanki ateşten bir denizdir, ona kendini atmaktır adı aşk.)
Dünyada bâki kalanlar, geride bir hoş seda bırakanlardır. Hoş sedan Antalya’nın gönlü üzeredir sevgili Hayati İnanç.