“Adam aldırmada geç git! diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım! ” diyen bir dava adamıdır Mehmet Akif Ersoy. İnandığı yolda dosdoğru olmaktan hiç vazgeçmeyen, köksüz ve şuursuz bırakılacak bir modernlik düşüncesine harcanacak emeğin zayi olacağına bağlanan “kökü mazide bir ati”dir o. Bir devrin abideleşen bu şahsiyetine dair anlatacak şey o kadar çok ki: Kalemiyle, diliyle, vaazlarıyla, kitaplarıyla, tüm cenahıyla bu halkın ruhunu nasıl dirilttiği, o ruhu nasıl ebedileştirdiği, Mısır’a nasıl gittiği ya da gitmek zorunda kaldığı, uğradığı haksızlıklar, çıplak ve kimsesiz tabutuna son anda gençlerin sahip çıktığı ve daha pek çok şey. Ama bugün tam da 2021 “İstiklâl Marşı Yılı” ilan edilmişken anlatılması gereken şey Akif ve bir milletin kaderi gibi duran İstiklâl Marşımız.
Sene 1920. TBMM bir yandan yeni bir ordu kurarken bir yandan da bu ordunun moralini yüksek tutabilmek için millî bir marşa ihtiyaç duyar. Hakimiyet-i Milliye gazetesinin 7 Kasım 1920 tarihli 72. sayısında bir ilan yayınlanır ve Türk şairleri, millî marş olarak kabul edilecek şiir yarışmasına davet edilir. Kazanana 500 lira ödül verileceği duyurulur. Herkes böyle bir yarışmayı ancak Mehmet Akif’in kazanabileceğini düşünmektedir. Ne var ki yarışmaya katılan 724 şiirin içinde Mehmet Akif’e ait bir şiir yoktur. Hasan Basri Çantay, Akif’in kalemindeki ruha, gönlündeki imana o kadar inanmaktadır ki bir marş yazması için ricacı olur. Şair, yarışmadaki ödülün kaldırılması şartıyla kabul eder. 12 Mart 1921’de Hamdullah Suphi’nin meclis kürsüsünden okuduğu İstiklâl Marşı, defalarca alkışlarla kesilir ve büyük bir coşkuyla kabul edilir.
Akif, kahraman ordumuza ithaf ettiği İstiklâl Marşı’nı “milletindir” diyerek Safahat’ına almaz. Kendisine ısrarla verilen 500 lirayı da yoksul kadınlara ve çocuklara iş öğretmek için kurulan Darü’l-Mesai’ye bağışlar.
Buraya kadarı hep anlatılır da bir şey daha vardır bilinmesi gereken. Ankara’nın ayazında İstiklâl Marşı’nın içinde ısınan bir hikâye daha vardır anılması gereken.
O tarihlerde Akif’in üzerine giyecek bir paltosu bile yoktur. Ankara’nın ayazında, Taceddin Dergâhı’ndan çıkıp meclise üşüyerek, ceketiyle gidip gelir. Neyzen Tevfik’in kardeşi baytar Şekip Kolaylı, Mehmet Akif’in yakın dostlarındandır. Biraz da mahcubiyetten, kimse anlamasın inceliğinden belki, bazı günler Şekip Bey’in paltosunu ödünç alır. Bir gün yine paltoyu ödünç isteyince, Şekip Bey biraz da şaka yollu “Üstadım, şu ödülü kabul etseydiniz de bir palto alsaydınız kendinize” der. O kadar kızar ki Akif, aylarca küs kalır arkadaşıyla. “Ne demek millet için yazılan bir şiirin karşılığı olarak milletimden para mı alacaktım ben, palto almak için.”
Her yıl başka bir tema ile o sene anlamlı hale geliyor bizler için. Her konu, her mekân, her kişi mutlaka çok değerli. Ama sanırım 2021 için “İstiklâl Marşı Yılı” denildiğinde hepimizin ruhunda incecik bir sızı dolandı. Bu toprağı ve bu insanı ilelebet ayakta tutacak sevdaları vardır. Doğudan batıya kuzeyden güneye hepimiz bayrak deriz, vatan deriz, ezan deriz, dil deriz, bir de milli bağımızın nişanesi, en gür sedası İstiklâl Marşımız deriz.
“Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyûlâyı da er, geç, silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir?” diyen Akif, kelamının ve ruhunun nasıl abideleştiğini bilemezdi doğru. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.
İNCELİKLER YÜZÜNDEN…
Sevgili okuyucu, hayatta göremediğimiz öyle incelikler var ki yüzümüzü güldüren, içimizi ısıtan… Belki de paylaşmak lazım. İşte bu yüzden bundan sonra her yazımda “İncelikler Yüzünden” köşesi ile karşınızda olacağım. Çoğalsın diye…
Akşamları evime dönerken sıklıkla uğradığım benzin istasyonlarından biridir Döşemealtı’ndaki, içinde pastanesi de olan o meşhur benzinlik. Geçen gün yine hep aldığım tatlı için sıra beklerken kasadaki güler yüzlü genç seslendi: “Abla, meyve şöleninden de almak ister misiniz? Bir deneyin, çok lezzetli.” Bakıyorum, etiketlerin hiçbirinde “meyve şöleni” yazmıyor. Hangisini kast etti acaba diye aranırken gülümsüyor delikanlı. Nezaketle fısıldıyor “Abla aslında adı Tartalette ama ben meyve şöleni, diyorum.” İçimden Türkçeye dair bir sevda geçiyor, ülkemin bu güzel gencindeki dil hassasiyetine minnetle gülümsüyorum. Kıyafetindeki etiketten okuyorum, adı: Eren. “Türkçe duyarlılığına teşekkür ederim Eren, ver bakalım. Sırf senin için tadına bakacağım” diyorum. “Evelallah abla” diye gururla bakıyor.
Arabama binerken “Hadi canım see you” diyen bir genç kızın telefon konuşması kulağıma geliyor. Dönüp Eren’den bir “meyve şöleni” daha alasım geliyor.