Dedem Korkut “evin dayağı” demiş; atalarımız baş köşeye Han’ın yanına oturtmuş kadını. Kılıç kullanan, at binen, ok atan, eşi savaştayken obasına, devletine, milletine sahip çıkan kadın olmuş hep. Kutadgu Bilig’de “eğer iyilik ananın ak sütü ile insanın ruhuna girerse o, ölünceye kadar doğru yoldan ayrılmaz” denilerek kadının insan ruhunda bıraktığı değerli iz yansıtılmış. Sonra kadının bir sürü adı olmuş.
Önce anne olur kadının adı, sonra eş, yoldaş, sırdaş, arkadaş, yar olur. Ve en çok da en önemlisi de kadının adı vatan olur. Çünkü toplumları kuran da bir arada tutan da kadındır. Kadın varsa, bilinçliyse, özgürse, eğitimliyse beşer de yükselir. Kadın alçalırsa toplumlar da sefil olur. Lakin sevgili okuyucu bir de kadın vardır ki adı Türkiye ile özetlenir. Dünyaya meydan okuyan, vatan savunmasında erkekle birlikte kurşun atan, söz konusu vatanın bağımsızlığıysa tankların üzerine yürüyen bu ülke kadını vardır bir de.
Aziziye Tabyasında Moskof’a karşı destan destan büyüyen Nene Hatun, cephane taşırken donarak ölen Şerife Bacı, İznik müdafaasının sembol ismi Kara Fatma, Gediz Muharebelerinde Türk askerini yüreklendiren Nezahat Onbaşı, erkek kılığına girerek çarpışan herkesin Halim Çavuş sandığı Halime Ana, Halide Edipler, cephe gerisinde, önünde can siperane mücadele veren kadınlar, bu ülkede Mustafa Kemalleri, ülke sevdasındaki gözü kara yiğitleri doğuran analar, 15 Temmuz’un kadınları…
Ya da kısaca şöyle diyelim, söz konusu vatansa evladından vazgeçebilecek yegâne kadın Türk kadınıdır. İşte tam da bu yüzden bu ülkede kadının adı vatandır.
Peki ya “kadınlarımızın yüzü acılarımızın kitabıdır” diyen Nazım’ın; “Kalıp değil bir fikir/(…)/Madeni som ıstırap” diyen Necip Fazıl’ın; “Kadındılar hep onlardan istendi/ Ağırdı kaldırdılar” diyen Necatigil’in kadınları… İşte onlar bu ülkedeki kadın gerçeğinin farklı bir okuması. Yukarıda destansı cümlelerle anlattığım kadınların adları sıklıkla bir köşe yazısında kalıp gider. Gerçekse yıllardır değişmeyen zihniyet meselesi.
Geldiğimiz noktada iktidarın kadın haklarına dair çabaları görmezden gelinemez. Kadın-erkek eşitliği adına kadının statüsünün arttırılması, kadınların sosyal hayata her konuda katılımlarının sağlanması, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının kurulması, bu doğrultuda kadına yönelik politikaların geliştirilmesi, şiddete uğrayan kadınlara verilen hizmetler, kadına cinsel saldırının sözlü yapılması halinde de cezai işlemlerin yapılması, Anayasada ve medeni kanunda yapılan değişikliklerle ailenin ve kadının korunması, töre cinayetleri adına atılan adımlar ilk elden bahsedebileceklerimiz.
Bu gayretleri anlamlı kılacak olan yegâne şey, zihniyet problemini çözmek. Erkeklerin bir araya geldiklerinde kadın bedeni üzerinden yaptıkları bol kahkahalı iğrençlikler bitmeden, kendi eşi söz konusu olduğunda cinayet işleyebilen bu zihniyetin sokakta gördüğü herhangi bir kadın üzerinden ahlak kumkumalığı yapma tutumu sona ermeden, kadının çalışma hayatındaki rolünü cinsel mobingten kurtarmadan, kadını bir ahlak sorunsalı olarak tanımlamaktan vazgeçmeden salt haklarla bu problem ortadan kalkmaz.
Meseleye bir kadın akademisyen olarak haberler üzerinden ya da duyduklarımdan hareketle fil dişi bir kuleden bakmıyorum emin olun. Cinsiyetçi bir yaklaşımla, ahlak ezberi üzerinden akademilerde de kadına yapılan cinsel saldırılara şahit oluyorum/oluyoruz. Özellikle toplumun önünde gitmesi gereken, aydın olmakla övünüp burnundan kıl aldırmayan, unvan sahibi adamların (bu gibilere adamcıklar demek daha doğru sanırım) kadın araştırma görevlisi, öğretim görevlisi ya da öğretim üyesi üzerinden geliştirdikleri iğrenç dil, başta insanlıkla sonra da bu toplumun hiçbir değeri ile örtüşmemektedir.
“Ey insanlar, kadınların haklarına riayet ediniz. Onlara şefkat ve sevgi ile muamele ediniz.” diyen bir peygambere inanan Müslüman bir toplumda kadın öldürmenin, salyalar akıtan bir dil kullanmanın cahiliye dönemindeki kadına bakış açısından hiçbir farkı yoktur.
Sözü öz eyleyelim ve Şems-i Tebrizi ile bitirelim:
Kadın, bilmeyene “nefs”, bilene “nefes”tir.
Sayın Koçakoğlu, daha özel bir kesime taşıdığınız kadına şiddet ve cinsel saldırı/cinsel tacizi konu a*** yazınızı daha somut bir olayla desteklemek istiyorum. Bir devlet üniversitesinin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde bölüm başkanı odasına davet ettiği doktorası bitmek üzere o*** hanım Araştırma Görevlisine: " ...'cığım, bu bölümde gereğinden fazla hoca var, bu kadar elemana ihtiyaç yok. (Cinsel ilişkiyi kastederek) Bölümde yakında bazılarının kadro için birileriyle ilişkiye gireceklerini, birlikte olacaklarını duyacağız," der. Araştırma görevlisi utanır, kızarır, şaşırır kalır. Acaba bölüm başkanı bir şey mi ima etmektedir. Zira kendisinin de doktorası bitmek üzeredir. Ayrıca o bölümde iki hanım akademisyen de yeni unvan ve kadro hak etmiş beklemektedir. Arş. Gör. bölüm başkanının yaptığı örtülü tacizi önce arkadaşlarıyla, sonra danışmanıyla ve diğer hocalarıyla paylaşır. Dekanlığa müracaat eder. İşte akademimizin hali! Timur Tosyalı'nın yorumu da aynı bölümle ilgili olsa gerek.
eşi de akademisyenmiş. Ayrıca o bölümün başka bir cengaveri: "Türk kadının gerçek yüzünü görmek isterseniz boşanın.Görün o zaman ne şirret, ne gaddar, ne farklı bir yaratık olduklarını..." diye tivit atarak hanımlarla ilgili bilimsel (!) çalışmasını taç***dırmış (!)