Kaleme ve Kâğıda And Olsun ki!
Geçen mektupta, bir duvar dibinde öylece bıraktığımız Şam’ın yanına giderek başlayalım anlatmaya. Vatanı ad olarak kimliğinde, milletini kader olarak alnında taşıyan küçük kız, giydirdiğim kırmızı monta ağlayan gözlerle bakarak duvar kenarına geçiyor. “Ne oldu canım? Sevmedin mi yoksa? Bir sorun mu var?” diyorum. Başını kaldırmadan, biraz utanarak, sanki bir hata işlemiş gibi sessizce köşeye dizdiğimiz kitapları gösteriyor. “Şey, ben mont yerine kitap alsam olur mu?” diyor. Mont verdiklerimize kitap vermeyeceğimizi düşünmüş olmalı ki; incecik vücudunu ısıtmaya yetmeyen süveterine rağmen kitap istiyor Şam. Dünya başına yıkılmışken, yoksulluk ve çaresizlik içinde, ayaz yiyerek okula gidip gelirken o, kitabı tercih ediyor. Beden üşür kime ne, yeter ki ruh üşümesin. Bir küçük Suriyeli kız, kocaman bir ders olarak devriliyor önüme. Mont ile birlikte bir de kitap seçmesini istiyoruz. Savaş ve Barış’ı alıyor.
Şam, “Ne kadar çok günah işliyoruz, ne kadar çok aldatıyoruz ve bütün bunlar ne için?” (Tolstoy, Savaş ve Barış’tan, sayfa: 134.) cümlelerini okurken memleketi Şam, bir kez daha bombalanıyor belki.
Şimdi sevgili STK, her türlü değer, anlamını yitirmeye durmuşken, kaleme ve kâğıda and olsun ki sen yaşatmanın adı olmalısın bu yüzyılda. Okumaktan bihaber, kimlik karmaşası içindeki bir nesli güçlendirmek, maddi desteğin yanında ruha da dokunmak, geleceği var etmek için şimdinin elinden tutmak senin görevin. İlk mektubumda da dediğim gibi sorumluluklarından biri de kimlik inşası olmalı…
Antalya’da bunun adımlarını atmak için daha çok çalışmalıyız. Burası Akdeniz, Türk coğrafyası. Burası Antalya, atam Korkut’tan el almış atalar diyarı. Peki, hal böyle iken şehrin kimliğini bir gence sorduğunda “Antalya’yı Attalos kurtarmış” cevabını alıyorsan, ağır bir gerçek önümüzde yatıyor ve biz dönüp bakmıyoruz demektir. Bir yörük kızı olarak benim ve toplumun kalbi olarak senin dönüp bakmadığımız bu gerçeğe dört yıl önce sayın vali baktığında altımızdan kayan toprağı görmüş olmalı ki 1-5 Mart tarihlerini Antalya’nın Fethi olarak kutlama kararı aldılar. Bu karar, “ellerde bayraklar yürüyüşler yapılsın, birkaç yarışma düzenlensin yeterli” diyeceğimiz, yasak savma kabilinden kutlayacağımız bir hafta için değildi. Bu, tam da unuttuklarımızı çocuklarımıza hatırlatmak, öz yurdu yurt eden değerleri gençlerle buluşturmak için bir fırsattı.
Bu tam da saat kulesinin karşısında mekânı yabancı bir zamana kuran Attalos heykelinin kulaklarına, Şehzade Korkut Camiinin aslına kavuşan minaresinden seher vaktinin güzelliğini duyurma fırsatıdır. Bu, Karatay Medresesini öğrenci sesleriyle çınlatma, Mevlevihanenin duvarlarına çarpıp sonsuzluğa dolan ney sesini, bir sokak üstteki gitar sesiyle buluşturma fırsatıdır. Medresesi’nin önünden geçerken Gıyasettin Keyhüsrev’e selam verme, Evdir Han’ın Selçuklu sanatının eşsiz dokusuyla nasıl buluştuğunu hissetme, Kırk Göz Han’da geçmişten gelen bir duraklama anı yaşama fırsatıdır. Bu tam da Alara Kalesi’ne çıkıp İpek Yolu boyunca uzayan kervanları izleme, Cırnık Köprüsü’nden yörük kızının çeyizini göçürme fırsatıdır.
Velhasıl bu, bir medeniyete ve onu var eden değerler bütününe ruh verme, ayağa kaldırma, yaşama ve yaşatma fırsatıdır. İnsan toprağı severse yalnızca ikamet eder ama o toprak insanı severse bunun adı yurt olur, vatan olur, aş olur, dava olur. Coğrafyaya borcumuzu ödemenin yolu onu yurt eden aşkı, geleceğe aktarmakla mümkün.
İşte tam da bu yüzden 1-5 Mart kutlamalarını bu duyarlılıkla ele almalıyız. Atacağımız her adım, yapacağımız her faaliyet bizi geleceğe biraz daha güçlü taşıyacak. Yahya Kemal’i Paris’ten ülkesine döndüren hassasiyet buydu biliyor musun? Bir gün Science Politique’de Albert Sorel’den duyduğu şu cümlelerle irkilir şair: “Dünyada keşfedilememiş iki şey var. Coğrafyada Kutuplar, tarihte Türkler.”
Camille Jullian’ın “Fransız milletini bin yılda Fransa’nın toprağı yarattı” cümlesinde dediği gibi toprak milleti yaratır ve o millet de sahip çıkılarak kendini gelecekte de var eder.
Öyleyse bu 5 Mart’ı çok daha anlamlı hale getirmek için el birliğiyle neler yapabileceğimizi göstermenin vaktidir. Sana bir dahaki seslenişim bahara olsun diyerek mektubumu noktalıyorum artık.
Bu topraklarda akça kızın göçünü yola revan edenlere, taş üstüne taş koyanlara hürmet ederek, yolun ve yolumuz açık olsun diyorum.